Araştırma: Cep telefonu beyin tümörü riskini artırmıyor!

Akıllı cihazların yan etkilerinden korkanlara iyi haber! Birleşik Krallık’taki bilim insanları tarafından yapılan çok geniş çaplı bir araştırma, cep telefonu kullanıcılarında, kullanmayanlara kıyasla beyin tümörü riski artışının olmadığını ortaya çıkardı.

International Business Times‘ın haberine göre, çalışma Oxford Nüfus Sağlığı ve Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı tarafından yapıldı ve Ulusal Kanser Enstitüsü Dergisi’nde yayınlandı. Araştırma kapsamında, son yirmi yıl boyunca her gün cep telefonu kullanan 776 bini aşkın kadından gelen sağlık verileri incelendi.

Bilim insanları, beyin kanserlerinin yaygınlığı ile cep telefonlarının düzenli kullanımı arasında herhangi bir bağlantı bulamadı. Hayatlarında hiç telefon kullanmayan kanser hastası yüzde 0,44’e kıyasla, cep telefonu kullanan kadınların sadece yüzde 0,41’inin beyin tümörü geliştirmeye devam ettiği görüldü.

Çalışmaya katılanlardan Kirstin Pirie, “Bu sonuçlar, normal koşullarda cep telefonu kullanımının beyin tümörü riskini artırmadığına dair biriken kanıtları destekliyor” dedi.

Katılımcılar, cep telefonu kullanımlarıyla ilgili soruları ilk olarak 2001 yılında yanıtlamış. Bu kişilerin yaklaşık yarısına 2011 yılında tekrar anket uygulanmış. Daha sonra 14 yıllık bir süre boyunca takip edilmişler.

Bununla birlikte, yukarıda belirtilen süre boyunca her gün telefon kullananların beyin kanserine yakalanma ihtimalinin biraz daha yüksek olduğu (yüzde 1 daha fazla), ancak bunun önemsiz bir istatistik olduğu vurgulanıyor.

Cep telefonlarının kansere neden olmasıyla ilgili korkular ilk olarak 1990’larda hemen hemen her evde bir cep telefonu olduğunda su yüzüne çıkmıştı. 2011 yılında, Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC), cep telefonu radyasyonunu olası bir insan kanserojen grubu 2B olarak sınıflandırmıştı.

Son zamanlarda ise 5G teknolojisinin çeşitli yerlerde lansmanı yine komplo teorilerine hayat veriyor.


(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)

Araştırma: 60 yaşına kadar beyin performansı düşmüyor!

Gerçekten yaşlandıkça beynimiz yavaşlıyor mu? Bilim insanları, 20 yaşından sonra ‘karar verme’ süreci yavaşlıyorsa nedeninin beynimizdeki bilgi işleme hızının düşmesi olmadığını, bunun yaygın bir yanılgı olduğunu, 60 yaşına kadar beyin performansının azalmadığını duyurdu.

Almanya’daki Heidelberg Üniversitesi’nin Nature Human Behaviour dergisinde yayınlanan araştırmasına göre, 10 ila 80 yaşları arasındaki 1,2 milyon insanı içeren önceki çalışmalardan elde edilen sağlık verileri analiz edildi. Beynin ancak 60 yaşından sonra gerilemeye başladığı sonucuna varıldı.

BİLGİYİ İŞLEMEDE AZALMA YOK

Beynin ‘tepki süresinin’ ergenlikten 20’li yaşlara kadar azaldığını ve daha sonra 60 yaşına kadar her yıl arttığını belirleyen araştırmacılar, ‘karar verme’ süreci 20 yaşından itibaren yavaşlıyorsa, bunun nedeninin beynin bilgiyi işleme hızının azalmasının olmadığını bildirdi.

Heidelberg Üniversitesi Psikoloji Enstitüsü’nden araştırmaya katılan Mischa von Krause, “Yaygın varsayım, yaşlandıkça daha yavaş tepki verdiğimizdi. Bunun, beyin aktivitesinin azalmasından kaynaklandığı düşünülüyordu. Durum böyle olsaydı, bilgi işleme hızı 20’li yaşlarımızda daha hızlı olurdu ve yaşla birlikte yavaşlardı. Çalışmamız bunu çürüttü” diyor.

YAŞLA BİRLİKTE DAHA TEMKİNLİ KARARLAR ALIYORUZ

Mischa von Krause ve ekibi, daha yavaş karar vermenin, temel olarak zaman ve olgunlukla birlikte bireylerin kararlarının sonuçlarını daha dikkatli tartmasından kaynaklandığını varsayıyorlar. Bir bakıma, hata yapmamak için daha dikkatli hale geliyorlar. Ancak, gözlerle algılanan bilgilerin beyne ulaşması için geçen süre gibi, yaşla birlikte azalan başka faktörler de var ve bu da daha yavaş karar vermeyi açıklayabilir.

İŞVERENLER BU SONUÇLARI DİKKATE ALMALI!

Bu çalışmanın iş piyasası üzerinde de bir etkisi olabilir. Belirli bir yaştan sonra, işverenler daha hızlı olduklarına inanıldığı için genellikle 50 yaşın altındaki yetişkinleri işe almayı tercih ediyor. Ama bu araştırmaya göre, bu yanlış bir önyargı çünkü 40 ve 50 yaşındaki beyinler daha yavaş değil. Hızlı kararlar gerektiren sorunları işleme hızları, 25’te olduğu kadar 50’de de iyi!

60 YAŞINDAN İTİBAREN KADEMELİ DÜŞÜŞ VAR

Araştırmaya göre, beynimiz 60 yaşından itibaren hemen bozulmuyor. Ortalama bilgi işleme hızının bu yaştan sonra giderek azaldığına dikkat çeken Misha von Krause, “Yaklaşık 60 yaşından itibaren zihinsel hızda yaşa bağlı genel bir düşüş gözlemlerken, aynı zamanda tüm yaş gruplarında zihinsel hızda büyük bir değişiklik buluyoruz” ifadelerini kullanıyor. Bu, birçok yaşlı insanın hala çok yüksek zihinsel hız seviyelerine sahip olduğu anlamına geliyor.


(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)

Beyni hiç böyle görmediniz

İnsan beynindeki olağanüstü karmaşıklık, çok katmanlı sanatsal fotoğraflara yansıdı.

Zihnin ve bilincin fotoğrafı çekilebilir mi? Amerikalı sinir bilimci (nörolog) Greg Dunn, özel bir baskı tekniği kullanarak insan beynini daha önce görülmemiş detaylarıyla bir sanat eserine dönüştürüyor ve aslında ‘bilinci’ görüntülediklerini belirtiyor.

Bunlar bir hastanın beyin taraması fotoğrafları değil. Bilimsel birikimini son 6 yıldır resim sanatıyla birleştiren Greg Dunn, ‘Self-Reflected’ (Özyansıtma) adı verilen proje kapsamında el işi bir yöntem geliştirmiş. Dunn, sanatçı ve fizikçi arkadaşı Brian Edwards’tan yardım alarak insan beynine hiç görmediğimiz açılardan bakmamızı sağlıyor.

İşte birkaç örnek:

visual-cortex1

Yukarıdaki görüntü beyinde görsel informasyonun işlenmesinde önemli rol oynayan  ‘visual cortex’e (görme merkezi) ait.

cerebellar-folia1

Burada iskelet kaslarının hareketini kontrol eden ‘cerebellum’ (beyincik) görülüyor. Karmaşık işlerin birçoğu beyincik tarafından yapılıyor. Bilinç ile bilinçsizlik arasında geçiş organı olarak kabul ediliyor.

parietal-gyrus-closeup1

‘Serebral korteks’te hareket ve görüşü entegre eden ‘parietal lob’ kısmından etkileyici bir detay. 

brainstem-and-cerebellum1

‘Brainstem’ (Beyin sapı ya da kökü) ile beyincik. Nefes alıp verme, kanın damarlarda dolaşması, kalbin atım düzeni, uyku ve uyanıklık, dikkat ve bunun gibi birçok önemli faaliyet buradan kontrol ediliyor.

thalamus-and-basal-ganglia1

Burası beyindeki ‘talamus’ (amaca yönelik bilinçli davranışlardan sorumlu kısım) ve beyinde motor aktiviteyi düzenleyen ‘bazal ganglion’ bölgesi. Karmaşık motor hareketlerin uygulanması ve yönetilmesi bu yapılar aracılığıyla yürütülüyor.

Diğer görselleri ve buradaki örneklerin orjinal büyüklükteki seçeneklerini görebilmek için buraya tıklayabilirsiniz: GDUNN Design

Gregg Dunn, bu eserleri oluşturmak için önce beyindeki nöron (sinir hücreleri) taramaları, detaylı tasvirleri ve birbirlerine nasıl bağlandıkları hakkında bilgi topluyor. Bunları şeffaf tabakalar üzerinde el çizimleri yapmak için kullanıyor. Veriler, Brian Edwards’ın yardımıyla nöronların birbirleriyle iletişimlerini taklit eden bir bilgisayar programına aktarılıyor. Sonuçlar altın yaprak tabakalarına basılıyor ve bu büyüleyici beyin manzaraları elde ediliyor.

Görüntüler üzerinde ışığın açısı değiştikçe her sinir hücresi, aralarındaki bilgi akışı ve nöron katmanlarının adeta hayat buluyor gibi görüldüğünü vurguluyor Dunn; “Bizi biz yapan, varlığımızı ortaya koyan sinirsel aktivitenin derinliğini ve genişliğini gösteriyoruz.”


(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)

Yeni dil öğrenmek Alzheimer’dan koruyor

İtalya’daki araştırmaya göre, çift dilli deneklerin beyin sinirleri daha iyi korunuyor.

İtalya’daki bilim insanları, anadil dışında ikinci bir dil öğrenip konuşmanın Alzheimer’dan korunmaya yardımcı olduğunu bildirdi.

İtalya’nın Milano kentindeki Vita-Salute San Raffaele Üniversitesi’nin Amerikan tıp dergisi PNAS’ta yayınlanan araştırması kapsamında, ülkenin kuzeyindeki Alto Adige bölgesinde yaşayan ve hem Almanca hem de İtalyanca konuşan bir grup denek ile tek dil konuşan deneklerin karşılaştırılması yapıldı.

Alzheimer belirtileri gösteren 85 denekten 45’i çift dil, 40’ı ise tek dil konuşuyordu. Bu deneklerin beyinlerindeki sinirsel bağlantılar ve hücrelerin aktivitesi FDG ve PET görüntüleme yöntemleriyle incelendi. Çift dilli grubun yaş ortalaması tek dil konuşan grubunkinden 5 yaş daha yüksek olsa ve beyinlerindeki bazı hasar belirtileri daha belirgin olsa da çift dilli deneklerin sinirlerinin daha iyi korunmuş olduğu tespit edildi.

İki dil konuşan deneklerin beyinlerindeki bazı hassas bölgeler arasında daha fazla işlevsel bağlantı bulunduğu belirlendi. Araştırmacılar bunun, iki dil konuşmak ve bu iki dil arasında geçiş yapmanın etkisi olduğunu kaydetti. Çift dil konuşmanın Alzheimer’dan koruyucu etkisinin, bu dillerin kullanım sıklığıyla doğru orantılı olduğu da belirtildi.

Vita-Salute San Raffaele Üniversitesi psikoloji profesörü Daniela Perani, “Her iki dil de ne kadar uzun süre kullanılırsa beyin üzerindeki etkisi o kadar artar. Yani mesele iki dil bilmek değil, ömür boyu sürekli ve aktif olarak her iki dili de kullanmak. Demansın (kısmi hafıza kaybının) başlangıcının geciktirilmesi modern toplumların önceliklerinden biri. Alzheimer’a karşı mücadelede çok dilliliği teşvik edici sosyal programların devreye sokulması gerekiyor” açıklamasını yaptı.

Beynin bakteriler ile savaşımıza yardımcı olduğu keşfedildi

Beynin bakterilere karşı acil durumlarda ‘PCTR1’ molekülünün üretimini artırdığı belirlendi.

Vücudumuz bakteriler ile sürekli savaş halinde. Bağışıklık sistemimizin bu canlıları uzak tutmak üzere savunma mekanizmaları bulunuyor. Bu sebeple çoğu zaman bakteriler bir tehdit oluşturmuyorlar. Ancak yetersiz kaldığı durumlarda beynimizin bağışıklık sistemimize yardımcı olduğu ortaya çıktı.

Akademik araştırmaların yer aldığı The Conversation adlı internet sitesinin haberine göre, beyin, beyaz kan hücrelerinin işgalci bakteriyi öldürmesine yardımcı olan ve PCTR1 adı verilen koruyucu bir molekülün üretimini artırarak yardımcı oluyor.

Vücudun savunma sistemleri zayıfladığı veya başarısız olduğu zaman, bakteriler akın edebiliyor ve bu durum enfeksiyona, olağanüstü durumlarda da ölümle sonuçlanabilen kan zehirlenmesine neden olabiliyor. Penisilin, farklı tür bakteri enfeksiyonlarını durdurmak için geliştirilen uzun bir antibiyotik listesinin ilk sırasında yer alsa da, son birkaç on yıl boyunca antibiyotiklerin bakteri büyümesini durdurma becerisi büyük oranda kısıtlı hale geldi. Bakteriler, antibiyotiklere karşı direnç kazanabiliyor.

İngiltere’deki Londra Queen Mary Üniversitesi’nden Jesmond Dalli ve ekibi, bakteri enfeksiyonlarına yönelik yeni tedaviler bulmak için dikkatlerini beyin, omurilik ve optik sinirlere çevirdi. Farelerde doğru akciğer-mide sinirini kesmenin, escherichia coli enfeksiyonlarını temizleme yeteneğini azalttığını buldular. Çünkü PCTR1 adı verilen bir molekülün seviyesinde azalma yaşanmıştı.

Vücudumuzun enfeksiyona cevap verme şeklini yöneten bir molekül grubunun parçası olduğu belirlenen PCTR1, balık yağından türetilen gerekli bir yağ asidinden üretiliyor. Kopuk akciğer-mide siniri olan farelere tekrar PCTR1 verildiğinde, bakterilerin üstesinden gelme yeteneğini geri getirdiği ortaya çıktı.

Araştırma, PCTR1 ve ilgili molekülleri kullanarak, enfeksiyonlar esnasında vücudumuzun bakterileri temizleme yeteneğini geliştirmek ve antibiyotiklere olan bağımlılığımızı azaltmak amacıyla vücudumuza yardım edebileceğimizi gösterdi.

 

Beyin, gece daha iyi çalışıyor

Beyin fonksiyonlarının havanın kararmasından gecenin ilerleyen saatlerine kadar daha iyi çalıştığı belirtildi.

Avustralyalı bilim insanları, öğrenmeyi gerçekleştiren beyin fonksiyonlarının, havanın kararmasından gecenin ilerleyen saatlerine kadar olan zaman dilimi içinde daha iyi çalıştığını bildirdi.

Science Daily’nin haberine göre, Avustralya’daki Adelaide Üniversitesi’nden Martin Sale ve ekibi, günün değişik zamanlarının beynin çalışmasını doğrudan etkilediğini, özellikle akşam ve gece saatlerinin daha iyi öğrenme gerçekleştirmek için uygun zamanlar olduğunu belirtti.

Uyarılmış beyin sinirleri aktivitesini ölçmek isteyen Sale ve 16 kişiden oluşan ekibi, bir deneğin başına koydukları manyetik sargıyı, kablolarla deneğin elinin içine yerleştirilmiş elektirikli uyarıcıya bağladı. Genç araştırmacılar, günün belli zamanlarında, deneğin elinin hareketleriyle beynin kapasitesi arasında bağ olduğunu, deneğin akşam saatlerinde bir şeyler öğrenmeye çabalamasının, sabah saatlerine göre beyinde daha geniş bir alandaki sinirleri çalışmak için tetiklediğini keşfetti.

Moleküler ve biomedikal alanlarda uzman olan Sale, yaptığı rehabilitasyon terapisiyle ilgi açıklamada, “Sabah ve akşam gibi günün farklı zamanlarının organizma üzerindeki fonksiyonları nadir görülür. Organizmalar, 24 saatlik aydınlık ve karanlık düzenine adapte olarak, tersi durumların yıkıcılığından kaçarlar. Mesela bazı bitkiler gündüz açarken, bazıları gece açar. İnsanlarda ise bu tür ritimleri, pek çok bedensel fonksiyonun kontrol ettiği çeşitli hormonlar yönetir” dedi.

Hava karardığında beynin daha iyi çalıştığına dair benzer bir araştırma, daha önce Almanya’nın Köln Üniversitesi’nde de yapılmıştı. Deneye katılan 18 – 32 yaş arasındaki 108 kişide, derin uyku ve rüyalar sırasında beynin problem çözme mekanizmasının daha verimli çalıştığı ortaya çıkmıştı.