Türkiye 20 yıl içinde ‘su fakiri’ olabilir!

1990’da 3 bin metreküp olan kişi başına su miktarı 700 metreküplere gerileyebilir.

Küresel ısınmanın sebep olduğu iklim değişikliğinin en çok hissedildiği Akdeniz havzasında yer alan Türkiye’de kuraklık ve su sıkıntısı her geçen yıl artıyor. Uzmanlara göre, önlem alınmazsa Türkiye 20 yıl içinde ‘su fakiri’ bir ülke olacak.

Deutsche Welle’den Aram Ekin Duran’a konuşan İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, kış aylarının şimdi olduğu gibi kurak geçmesinin yaz kuraklığından daha büyük bir tehlike olduğunu belirtti. Pek çok tarım ürününün büyümesi ve su havzalarının dolması için yağışların bu dönemde olması gerektiğini kaydeden Kadıoğlu, “Türkiye şu anda su stresi yaşayan bir ülke. Sürekli susuz kalma korkusuyla yaşıyoruz. 1990’da 3 bin metreküp civarında olan kişi başına su miktarı, 2030-2040’lardan itibaren 700 metreküpe kadar gerileyecek. Dolayısıyla Türkiye resmen su fakiri bir ülke haline gelecek” dedi.

Dünya Bankası’nın yaptığı bir çalışmada, Türkiye’de şu an yaklaşık 1500 metreküp olan kişi başına düşen su miktarının 2030’da 1100 metreküplere düşeceği, 2040’larda ise 700 metreküplere kadar gerileyebileceği öngörülüyor. Uluslararası normlara göre, kişi başına 2 bin metreküpün altındaki ülkeler için ‘su azlığı’, bin metreküpün altındaki ülkeler ise ‘su fakirliği’ tanımı yapılıyor.

Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) Türkiye İklim ve Enerji Yönetmeni Mustafa Berke ise, Türkiye’de en son 2007-2008’de oldukça kurak bir dönem yaşandığını hatırlatarak, “Son 12 aya baktığımızda da yağışların mevsim ortalamalarının oldukça altına düştüğünü görüyoruz. Özellikle Ankara’nın doğusunda neredeyse her yere sirayet eden bir kuraklık söz konusu. Türkiye geniş Akdeniz havzasının bir parçası. Bu havza dünyada iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgeler arasında yer alıyor. Dolayısıyla yakın gelecekte toplam yağış miktarında azalma ile birlikte, yağış rejiminde değişim yani kar yağışının azalması ve dönemsel aşırı yağışlarla sel tehlikesinin artması ve sıcaklıkların artması gibi gelişmeler bekleniyor” diye konuştu.

Berke, kuraklığa karşı alması gereken önlemleri şöyle sıralıyor: “Türkiye’nin enerji politikalarını, kentleşme stratejilerini ve tarımsal üretim yöntemlerini yeni döneme uygun hâle getirmesi gerekiyor. Özellikle gelecekteki su bütçemizi şimdiden hesaplamak zorundayız. Su kullanımı ve sulama teknikleri konusunda çok ciddi bir eğitim verilmesi gerekiyor. Bunu başaramazsak tarımsal üretimimiz büyük zarar görebilir.”

Küresel ısınma kahveyi de tehdit ediyor

Kahve üretimi 2050 yılı itibariyle yarıya inecek, kahvenin tadı bozulacak ve fiyatı artacak.

Bilimsel bir çalışma, küresel ısınmanın sebep olduğu iklim değişikliği nedeniyle uluslararası kahve üretiminde kayıplar yaşanacağını, kahvenin fiyatının artacağını ve tadının kötüleşeceğini ortaya koyuyor.

Nature Plants dergisinde yayınlanan en güncel araştırmaya göre, Etiyopya’nın şimdiki kahve mahsulünün yarısı, yakın gelecekte tarıma uygun olmayacak arazilerde yetişiyor. Brezilya, Endonezya ve Kolombiya için de aynı belirtilere ulaşıldı. Bu yerlerdeki kahve üretilen araziler, 2050 itibariyle yarı yarıya düşmüş olacak.

Kahve bitkilerinin sıcak yerlerde yetişmesi onların sıcak olan her yerde yetiştirilebileceği anlamına gelmiyor. Üstelik bu özel yerler kahvenin tadı üzerinde doğrudan etkili. Arabica çekirdekleri, ‘teruar’ denen ve yetiştikleri ortama göre tatları değiştiren bir etkiye sahip. İki farklı ülkede (hatta aynı dağın iki yamacında) yetişen aynı çeşit kahve çekirdeklerinin farklı lezzet profillerinde olmalarının sebebi bu.

Araştırmaya göre, iklim değişikliği ile gittikçe küçülen kullanışlı arazilere potansiyel bir çözüm, kahve üretimini daha serin, daha yüksek yerlere taşımak. Bu çalışma aslında tarıma uygun arazinin dörde katlanabileceğini de gösteriyor. Ancak kahvenin tadını değiştirmeden öylece yükseklere çıkamazsınız. Bitki çeşitliliğini değiştirmeniz gerekebilir ama en iyi ihtimalle yukarıda sizi farklı kalitede bir toprak bekleyecek.

etiyopya_kahve
Etiyopya’da kahve yetiştiriciliği yapan insanlar / Arşiv

Kahve üretimini yeni bölgelere taşımak sadece bitki problemleriyle mücadele etmek anlamına gelmiyor. Bu çekirdekleri insanlar yetiştiriyor ve kahveyi farklı bir şekilde yetiştirmek için yine bu insanların hayatı değişecek. Dünya çapında milyonlarca Arabica ve Robusta çiftçisinin taşınması ve yeni üretim kültürüne uyum sağlaması gerekecek. Kahve kültürünü değiştirmenin bazı masraflarını yatırımcılar üstlenecek. Bu da direkt fiyatlara yansıyacak ve kahve ucuz bir keyif olmaktan çıkacak.

Bütün faktörler bir araya geldiğinde insanoğlu muhtemelen bir kahve kıtlığı ile karşı karşıya kalacak. 2014’te Brezilya kıtlıkla yüzleştiğinde kahve fiyatları ikiye katlanmıştı. Dünyadaki bütün ülkelerin kuraklık yaşaması durumunda ne olacağı ise bilinmiyor. Tedbir alınmadığı takdirde Brezilya’nın kahve arzında yüzde 25’lik bir kayıp öngörülüyor. Dünyanın en büyük ikinci kahve üreticisi olan Brezilya’nın yanı sıra Nikaragua, El Salvador ve Meksika’da da kahve üretimi olumsuz etkilenecek.

Kahvenin doğum yeri olan Etiyopya’da daha uzun ve daha sıcak mevsimler, çiftçilerin aynı hacim ve miktarda çekirdek üretmesini zorlaştırdı. Arabica çekirdekleri ortamdaki küçük değişikliklere oldukça duyarlı ve kolay bir şekilde adapte olamıyor. Yabani kahve bitkileri bile tehdit altında.

Etiyopya temel olarak dünyanın kahve arzının yedeği durumunda ve yok olma tehlikesiyle yüzleşiyor. Yıldan yıla artan sıcaklıkları fark edemeyebilirsiniz. Ancak kahve almaya gücünüz yetmediğinde ve kahvenin tadı birden kötüleşince artık çok geç olacak.


(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)

Yazların yağışlı geçmesine alışın

İklim değişiklikleri sebebiyle yaz aylarında görülen şiddetli yağışların sayısı artacak.

Küresel ısınmanın sebep olduğu iklim değişiklikleri, yaz mevsimini tahmin edilebilir olmaktan çıkarıyor. İklim uzmanları artık yazların aşırı sıcak ve şiddetli yağışlarla geçeceğini belirtiyor.

Alman yayın kuruluşu Deutsche Welle’nin haberine göre, yaz mevsimindeki yoğun ve sürekli yağışlar istisna olmaktan çıkıyor. Almanya’nın Potsdam kentindeki İklim Araştırmaları Enstitüsü’nden meteorolog Peter Hofmann, yaz aylarındaki kesintisiz kuru ve 25 – 30 derece ısınan havaların geçmişte kalacağını belirtti. Hofmann, normal yaz mevsiminin uzun ve kuru havaların sürekli sağanak yağışlarla kesildiği aylar halini alacağını kaydetti.

İklim değişikliğinin sadece hava sıcaklığının artmasına yol açmadığına dair belirtilerin bir süredir gözlemlenmekte olduğunu söyleyen Alman uzman, “Arktik bölgelerin yeryüzünün diğer kesimlerine göre daha fazla ısınması atmosferdeki sirkülasyonu etkiliyor. Bunun sonucunda da fırtına ve yağışlı hava durumlarının daha sık ortaya çıktığını görüyoruz” dedi.

Atmosferdeki ısınmanın yağışların şiddetini artırdığını söyleyen Hofmann, aşırı hava durumlarının sonuçlarını kestirmenin zor olmadığını, yerleşimin yoğun olduğu büyük kentlerde yağmur sularının akacak yer bulamadığı için sokak ve evleri bastığını ve kısa zamanda gökten inen su kitlesinin kanalizasyona sığmadığını vurguluyor.

İklim araştırmacısı, değişen ve aşırılaşan hava durumlarına alışmaktan ve ona göre önlemler almaktan başka çare olmadığının altını çiziyor. Almanya’nın Potsdam kentindeki İklim Araştırmaları Enstitüsü, iklim etkisi, küresel değişim ve sürdürülebilir gelişme alanlarında araştırmalar yapıyor.

İstanbul’da 18 Temmuz günü metrekareye düşen 250 kilogram yağmur ile son 32 yılın en yoğun yağışı yaşanmış, metro istasyonlarını, alt geçitleri, tünelleri, birçok ev ve iş yerini su basmış, çok büyük çapta maddi hasar meydana gelmişti.

(Fotoğraf: Mustafa Özdabak)

Havadaki nemden su üreten cihaz geliştirildi

Sadece güneş enerjisiyle çalışarak çölde bile ucuz maliyetle içilebilir su üretebiliyor.

Küresel ısınmanın sebep olduğu iklim değişiklikleri ve kuraklıklar, bilim insanlarını içilebilir temiz su ihtiyacını gidermek için yeni yollar bulmaya itiyor. ABD’de prototipi üretilen bir cihaz, olağanüstü koşullarda bile havadaki nemi çekerek su üretebiliyor.

İngiliz The Telegraph gazetesinin haberine göre, ABD’deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) ve Berkeley California Üniversitesi (UC Berkeley)’in geliştirdiği ‘su hasatçısı’ aygıt, havadaki nem oranının sadece yüzde 20 civarında olduğu Mojave Çölü’nde güneş enerjisi ile çalışarak 12 saatte 2,8 litre su üretmeyi başardı.

cihazyeni
Su hasatçısı (MIT)

Su hasatçısı cihaz, zirkonyum metalinden yapılmış kafes benzeri bir yapı ve güneş ışığını emme paneli ile kondansatör (yoğunlaştırıcı) plaka arasına sıkıştırılmış adipik asidin bulunduğu açık hava haznesinden oluşuyor. Zirkonyum ve asit yapı önce havadaki nemi tutuyor. Daha sonra güneş ışığı, suyu soğutucu yoğunlaştırma plakasına doğru itiyor. Buhar, burada akıcı suya dönüşüyor ve damla damla bir toplayıcıya düşüyor. Bu sayede çöl koşullarında bile bir saatten kısa sürede bir bardak içilebilir su elde edilebiliyor.

Cihazı geliştiren ekipte yer alan UC Berkeley’den profesör Omar Yaghi, “Yerel çevrede doğrudan havayı kullanan ilk kişiselleştirilmiş su sağlayıcıyı elde ettik. Düşük nemde havadan su toplama konusunda uzun süredir devam eden mücadelede çığır açan bir başarı. Çok pahalı ve fazla enerji harcayan seçenekler dışında başka alternatifi yok. Cihaz sadece güneş enerjisini kullanıyor. Evlere yönelik gelecekteki vizyonlardan birisi de şebekeden bağımsız olarak su üretilebilmesini sağlayan cihazlar geliştirmek. Ben buna kişiselleştirilmiş su diyorum” açıklamasını yaptı.

Prototipi temel alarak çalışmalarını sürdüren MIT ve UC Berkeley ekibi, şimdi daha fazla hava kullanarak daha çok miktarda su üretebilen büyük bir cihaz geliştirmeyi hedefliyor. Araştırma sonuçları bilim dergisi Science’ta yayınlandı.


(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)

İklim burnumuzun şeklini değiştiriyor

Küresel ısınma burun deliklerimizin büyüklüğünü doğrudan etkiliyor.

ABD’li bilim insanları, küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliğinin burun şekli üzerinde etkili olduğunu bildirdi.

ABD’deki Pennsylvania Eyalet Üniversitesi’nin bu haftaki PLOS Genetics dergisinde yayınlanan araştırmasına göre, büyük, küçük, geniş, sivri, eğri, kambur gibi pek çok görünüme sahip olabilen burun iklim nedeniyle değişime uğruyor. Burun deliği büyüklüğü, nemli ve ılıman bölgeler ile kuru ve daha soğuk bölgelere göre farklılık gösteriyor. Nemli ve ılıman bölgelerde yaşayanların burun delikleri, kuru ve serin bölgelerde yaşayanlarınkinden daha büyük oluyor.

Araştırmaya göre, burun deliklerinin genişliği sıcaklık ve nem ile doğrudan ilintili. Burun, aldığımız nefesi akciğerlerimize ulaştırırken sıcak ve nemli olmasını sağlayarak enfeksiyonların önlenmesine yardımcı olur. Dar burun delikleri, hava akışını değiştirerek ciğerlere giden soğuk havanın ısınmasında ve nemlenmesinde, geniş burun deliklerine göre daha etkili. Küresel ısınma ile soğuk bölgeler ısındıkça dar burun delikleri zamanla genişlemeye başlıyor.

Bilim insanları, kökleri güney ve doğu Asya, Batı Afrika ve Kuzey Avrupa’ya dayanan toplam 476 deneğin burnunu üç boyutlu şekillerini çıkararak analiz etti. İklim değişikliğinin sert bir şekilde yaşandığı bölgelerde burunların karakteristik özelliklerinin de kısmen değişime uğradığı ortaya çıktı.

Herkes için en iyi olan tek tip bir burun şekli olmadığını, atalarımızın burunlarıyla bizimkilerin farklı olduğunu, yıllar boyunca burnumuzun da çevreye uyum sağladığını kaydeden araştırmacılar, burnun şeklinin sadece iklimsel etkilere bağlı olamayacağını da hatırlatıyor. Bu duyu organı oldukça kompleks bir yapıya sahip. Birçok faktör burnun yapısal değişiminde rol oynuyor.

Söz konusu araştırma, geçmişten beri değişim gösteren hastalıklar ve insanların çevresel faktörlere uyum sağlama sürecinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacak.


(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)

Yaklaşan tehlike: ‘Gök nehirleri’

Atmosferde asılı duran yoğun nem geçitleri, en büyük nehirlerden 15 kat fazla su taşıyor.

Bilim insanları, atmosferde asılı halde duran dar ve yoğun nem geçitlerini ‘gök nehirleri’ olarak adlandırıyor. Çok büyük ve yok edici seviyedeki sellere neden olabilen bu doğa olayı, küresel ısınma sürdükçe sıklaşacak, şiddetlenecek ve önceden tahmin edilemez olacak.

Bilimsel araştırmaların yer aldığı Phys.org’da yer alan habere göre, Kuzey Amerika’nın en uzun akarsuyu Mississippi Nehri’nden 15 kat daha fazla su taşıyabilen bu nem bulutları, ortalama 400 – 600 kilometre genişliğe ulaşabiliyor. Sıcak iklim kuşaklarının dışındaki dikey su buharı naklinin çoğundan sorumlu olan, atmosferdeki nispeten dar bölgeler oldukları kaydediliyor.

En büyük su buharı miktarlarını ve en güçlü rüzgarları içeren gök nehirleri, son derece büyük yağışlar ve seller oluşturarak felaket gibi olan çamur akıntılarına, toprak kaymalarına ve tuzluluk oranı düşüşlerine sebep oluyor. 1996 – 2007 yılları arasında California’daki Rus Nehri’nde gerçekleşen 7 su taşkınının tümüne ve İngiltere’de 1970’lerden beri meydana gelen en büyük 10 su taşkınına gök nehirlerinin yol açtığı belirlendi.

İSTİRİDYELERİN TOPLU YOK OLUŞU

Bu arada, ABD’deki California Üniversitesi, gök nehirlerinin 2011 yılında San Francisco Körfezi’ndeki vahşi Olimpia istiridyelerinin gizemli kitlesel yok oluşundan sorumlu olduğunu ortaya çıkardı.

Metrekare başına yaklaşık 3 bin istiridyeden oluşan nüfus, 2011 yılının Mart ayında neredeyse yüzde 100’ü birden ortadan kaybolmadan önce, kuzey San Francisco Körfezi’ni kaplıyordu. Bölgede Ekim 2010 ile Eylül 2011 tarihleri arasında 20 gök nehri olduğunu ve bunların üçünün 2011 yılının Mart ayında gerçekleştiği tespit edildi.

Olimpia istiridyeleri düşük tuz oranlarına hassas canlılar. Bir dizi gök nehri California’ya ulaşarak, nehir havzaları arasındaki su setinde tahminen yüzde 69.3’lük bir yağışa katkıda bulundu ve San Francisco Körfezi’ne son derece yüksek miktarda tatlı suyun boşalmasına yol açtı. Tuz oranının düşmesiyle istiridyelerin kitlesel ölümü gerçekleşti.

Araştırmacılar, iklim değişiklikleri devam ettikçe dünyanın herhangi bir yerinde benzer yok oluş ve kitlesel ölüm olaylarının ufukta olabileceği konusunda uyarılarda bulunuyor. O istiridyeler belki gökte gizlenen nehirler konusunda sadece buz dağının görünen kısmıydı.

Buzullar altında dört büyük göl keşfedildi

Antarktika’da küresel ısınma yüzünden dev mağaralara dönüşen büyük yer altı gölleri tespit edildi.

Güney Kutup dairesi Antarktika’da iklim çalışmalarını sürdüren bilim insanları, Thwaites buzulu altında dört büyük ‘saklı’ göl buldu. Suları büyük bir hızla boşalan yer altı göllerinin dev mağaralara dönüşme sürecinde olduğu belirlendi.

ABD’deki Washington Üniversitesi ile İngiltere’deki Edinburgh Üniversitesi’nin The Cryosphere dergisinde yayınlanan araştırmalarına göre, Avrupa Uzay Ajansı’nın CryoSat-2 uydusundan gelen verileri inceleyen bilim insanları, suları hızla okyanusa akan büyük yer altı havuzları tespit etti.

Gezegenimizin zaten en hızlı hareket eden Batı Antarktik buz tabakasının en batı ucunda yer alan Thwaites buzulu, altındaki suyun ısınması sebebiyle yavaş yavaş okyanusa doğru kayıyor. Ocak 2014 verilerine göre bu kayma yüzde 10 oranında hızlandı. Bilim insanları, Thwaites altında birbirine bağlı haldeki dört yeraltı gölünün sekiz aylık değişim sürecini izledi.

thwaits
Thwaites buzulundan bir bölüm

Washington Üniversitesi’nden araştırmaya katılan buzulbilimci Ben Smith, “Yer altındaki göllerin durumu, küresel ısınma tehlikesini anlayabilmemiz açısından büyük bir olay. Okyanustaki ısınma ile Thwaites buzulunun hızla çözülmesini açıklayabiliriz. Göllerin boşalıyor olması bu bölgede görebileceğimiz en büyük su hareketi. Saniyede ortalama 240 metreküplük bir akıntı söz konusu” açıklamasını yaptı. Araştırmaya göre, Thwaites buzulu suların yükselmesiyle 200 ila 900 yıl içinde çökecek.

SAKLI GÖLLER VE GİZEMLERİ

Antarktika buzulları altındaki 400 kadar olduğu tahmin edilen gizli göller her zaman bilim insanlarının dikkatini çekti. 2013’te Antarktika’nın batısında 800 metre derinlikte gömülü olan Whillans Gölü’ne ulaşmak için yapılan yaklaşık bir aylık sondaj çalışması başarıyla sonuçlanmıştı. Araştırmacılar, gölden elde edilen suyun incelendiği petri kaplarında milimetre başına yaklaşık 1000 bakteri tespit etmiş, gölde yaşam olduğu kanıtlanmıştı.

2012’de de Rus bilim insanları Antarktika’nın 4 bin metre derinliğinde, yaklaşık 20 milyon yıldır varlığını sürdürdüğü tahmin edilen saklı göl Vostok’a ulaşmıştı. Gölün yaklaşık 250 kilometre uzunluğunda ve 50 kilometre genişliğinde olduğu tahmin ediliyor. Gölün üzerindeki buz tabakasının bazı yerlerde 400 bin yaşında olduğu belirlenmişti. Gölün Buzul Çağı öncesinde var olan mikrobik yaşam biçimlerini içerdiği düşünülüyor.


(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)

Venüs’ün atmosferinde dev ‘tsunami’

Venüs’ün bulut katmanlarında eşine az rastlanacak büyüklükte bir dalga hareketi gerçekleşti.

Japon uzay aracı Akatsuki, Venüs’ün fırtınalı atmosferinin üst katmanlarında Güneş Sistemi’nin en büyük dalga hareketlerinden birisini tespit etti.

Bilim dergisi Nature Geoscience’ta bugün yayınlanan araştırmaya göre, ismini Roma mitolojisinde aşkın ve güzelliğin koruyucu tanrıçasından alan Venüs’te çok büyük bir atmosfer olayı gözlendi. 2015 yılının Aralık ayında dört gün boyunca süren dalganın, gezegenin en tepesindeki bulut katmanında, kuzey yarım küreden güneye doğru yaklaşık 10 bin kilometre genişliğinde olduğu belirtildi.

suppl-3

Sülfirik asit ile dolu kalın bulutlarının yol açtığı sera gazı etkisi sebebiyle Güneş Sistemi’nin en sıcak gezegenlerinden birisi olan Venüs’ün ezici miktarda karbondioksitten oluşan atmosferi, Dünya’nın atmosferinden 93 kat büyük. Neredeyse hiç su buharı yok. Kayalık gezegendeki ortalama yüzey sıcaklığı 462 dereceye ulaşıyor.

Japon bilim insanları, saatte 300 kilometre hızla esen yüzey rüzgarlarının, ekvator bölgesi yakınında yer alan 4 bin 500 metre yükseklikteki Aphrodite Terra Dağı’na çarpması sonucu atmosferdeki büyük dalga hareketinin tetiklendiğine inanıyor. Belki de şimdiye kadar Güneş Sistemi’nde gözlemlenen en büyük dalgalanmaya şahit olduklarını kaydeden uzmanlar, nadir görülen bu hareketin Venüs’ün iklimini etkileyecek kadar büyük bir ölçeğe sahip olduğunu vurguluyor.

99233

Akatsuki uzay aracı, Venüs’ün yüzeyinden 65 kilometre yükseklikteki bulut tabakasında devasa bir tsunami gibi ilerleyen dalga hareketini kızılötesi ve ultraviyole kameralarıyla gözlemledi. Hareketin merkezinin Aphrodite Terra Dağı ve çevresi olduğu belirlendi.

Geçtiğimiz yıl NASA tarafından yayınlanan bir araştırmada, Venüs gezegeninin 2 milyar yıl önce akıcı su bulunan Dünya gibi bir yüzeye ve atmosfere sahip olabileceği belirtilmişti. Uzmanlar, Dünya’daki küresel ısınma verilerini incelediğinde, yeryüzünün milyarlarca yıl içinde Venüs gibi bir yer olabileceği uyarısında bulunuyor.


(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)

Bir zamanlar Dünya gibiydi: Venüs ‘cehennemi’

Küresel ısınma devam ettiği sürece Dünya da Venüs gezegenine benzeyebilir.

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), geçtiğimiz Ağustos ayında yayınladığı bir araştırmasında, Venüs gezegeninin 2 milyar yıl önce akıcı su bulunan Dünya gibi bir yüzeye ve atmosfere sahip olabileceğini ortaya çıkarmıştı. Venüs’ün günümüzdeki iklim koşulları ise adeta cehennemden farksız.

Sıklıkla Dünya’nın kardeş gezegeni olarak nitelendirilen Venüs’ün yerküremiz ile birçok ortak noktası bulunuyor. Hemen hemen aynı boyutlardalar, benzer bileşimlerden oluşuyorlar. İkisi de Güneş’e uzaklıkları sebebiyle ‘yaşanabilir bölge’ (habitable zone) içinde. Ancak bazı önemli farklılıklar, Venüs’ü insanoğlunun en son ziyaret etmek isteyebileceği bir ölüm diyarına dönüştürüyor.

Ezici miktarda karbondioksitten oluşan atmosferi, Dünya’nın atmosferinden 93 kat büyük. Neredeyse hiç su buharı yok. Ortalama yüzey sıcaklığı 462 dereceye ulaşıyor. Sülfirik asit ile dolu opak bulutları yüzünden sıradan teknikler ile yüzeyini göremiyoruz. Bilim insanları, Venüs’ün yüzeyi ile ilgili bildiğimiz her şeyi, kalın bulutlardan geçip karaya ulaşan bir uzay aracının radar görüntüleme verileri ile elde etti.

whatisthewea
Venüs yüzeyi illüstrasyonu (Avrupa Uzay Ajansı)

Gezegene gönderilen birçok sonda, atmosferin inanılmaz derecede yoğun olduğunu tespit etti. Güneş ışığının yalnızca yüzde 10’u kalın bulutları geçebiliyor. Hava basıncı, Dünya’nın deniz seviyesinden 92 kat fazla. Sıradan bir insan, nasıl bir kıyafet giyerse giysin bu basınç altında hemen ezilip can verir.

Atmosferinin yapısı oldukça zehirli. Yüzde 96,5 oranında karbondioksit, yüzde 3,5 oranında nitrojen, sülfürdioksit ve diğer gazlar bulunuyor. Atmosferin yoğunluğundan dolayı Güneş Sistemi’ndeki gezegenler arasında en şiddetli sera-gazı etkisi burada yaşanıyor. Gezegende küresel ısınmadan çok küresel ‘pişme’ gerçekleşiyor.

Bir yılı 243 gün olan Venüs’te gece ve gündüz sıcaklık farkları çok az. Aynı durum kutupları ve ekvatoru için de geçerli. Mevsimsel sıcaklık çeşitliliği de bulunmuyor. Sıcaklıklarda gözle görülür tek fark yükseklikle ortaya çıkıyor. Gezegenin en yüksek noktası olan 11 kilometre yüksekliğindeki Maxwell Montes Dağı’nın zirvesi, Venüs’ün en serin yeri. Burada sıcaklık 380 dereceye inerken hava basıncı da yarı yarıya düşüyor.

1-whatisthewea
Venüs yüzeyi illüstrasyonu (Avrupa Uzay Ajansı)

Ekstrem hava koşulları ve hızlı atmosfer sirkülasyonu, rüzgarların saatte 300 kilometre hızla esmesine sebep oluyor. Rüzgarlar, gezegenin dönüş süratinden 60 kat daha hızlı esiyor. Dünya’nın en sert rüzgarları, dönüş hızının en fazla yüzde 10 – 20’si kadardır. Venüs’ün sürekli esen rüzgarları yüzeydeki toz tabakasını her yere taşıyor, küçük kayaları sürüklüyor.

Venüs’ün atmosferinde Dünya’ya göre az miktarda olsa da yıldırımlar görülüyor. Sülfirik asit yağmurlarına güçlü şimşekler eşlik ediyor. Yıldırımlara volkanik aktivitelerin yol açtığı sanılıyor.

Peki gezegen nasıl bu hale geldi? NASA uzmanları, Dünya’daki küresel ısınma verilerini incelediğinde, yeryüzünün milyarlarca yıl içinde Venüs gibi bir yer olabileceği uyarısında bulunuyor. Venüs’e gönderilecek yeni sondalar ve uzay araçları olmadan şimdilik daha net bilgiler elde etmek imkansız. Bilim insanları, gelecekte Venüs’ün yüzeyinde bir koloni kurulamayacağı konusunda hemfikir.


(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)

Havayı hızlı temizleyen ‘süper bitkiler’ geliyor

Bilim insanları, atmosferdeki karbondioksit oranını azaltmak için bitkileri ‘güçlendirmeyi’ planlıyor.

Almanya’daki bilim insanları, atmosferdeki karbondioksit oranını azaltmak için bitkileri ‘güçlendirmeyi’ planlıyor.

Bilim dergisi Science’te bugün yayınlanan bir araştırmaya göre, Almanya’daki Max Planck Karasal Mikrobiyoloji Enstitüsü’nden biyokimyager Tobias Erb ve arkadaşları, karbondioksidi şeker gibi organik bileşiklere dönüştürmek için kullanılan doğal enzim sisteminin ‘yerini değiştirerek’ bitkilerin küresel ısınmaya yol açan sera gazını atmosferden daha hızlı temizlemesini sağlayan bir yol buldu.

Araştırma ekibi, ‘ters mühendislikle’ bitkilerin şeker gibi organik bileşiklerdeki karbondioksidi (CO2) dönüştürdüğü fotosentez sürecini daha hızlı hale getirdi. Aslında yaptıkları, laboratuar ortamında sentetik biyolojik bir yol inşa etmekti. Bu yol, karbondioksidi yakalamada neredeyse 20 kat daha hızlı, en verimli doğal eşdeğerinden daha yeni bir CO2 sabitleme enzimine dayanıyordu.

https://www.youtube.com/watch?v=VvNn5A54q-k

Çalışması hakkında bilgi veren Tobias Erb, “Aslında ilhamımızı doğanın kendisinden aldık. Bitkilere kıyasla farklı biyolojik mekanizmaları kullanarak karbondioksit oranını düzeltecek çok sayıda bakteri ve mikroorganizma var. Bu da doğanın, CO2 oranını düzeltmenin başka yollarını bulabileceğini bize gösteriyor” dedi.

Dünya üzerindeki bitkiler ve su yosunları, yıllık 350 gigaton (1 gigaton = 1 milyar ton) karbondioksidi emebiliyor. Ancak asıl sorun, insanoğlunun her yıl bu miktarın neredeyse 4 katı karbondioksidi atmosfere salmasından kaynaklanıyor. Tobias Erb ve arkadaşları, keşiflerini ağaçlar başta olmak üzere bütün bitki türlerinden örnekler üzerinde denemeyi planlıyor.