Güney Koreli bilim insanları, atardamarların içinde hareket ederek tıkanmış bölgeleri açabilen 6 ayaklı mikroskobik robot geliştirdi.
Güney Koreli bilim insanları, atardamarların içinde hareket ederek tıkanmış bölgeleri açabilen 6 ayaklı mikroskobik robot geliştirdi.
The Telegraph gazetesinin haberine göre, nano-teknolojinin son harikası olan ve ‘Mikro-robot’ adı verilen gözle görülemeyecek kadar küçük cihaz, damarların içinde bir yengeç gibi hareket ederek kan akışı için daralmış bölgeleri tekrar genişletebiliyor.
Chonnam Ulusal Üniversitesi’ndeki bilim adamları tarafından geliştirilen robot, kalp krizine neden olan kan pıhtılaşmasını engelleyici ilaçları da kana bırakabiliyor. Dikdörtgen bir yapıya sahip olan robotun 3’ü önde, 3’ü de arkada olmak üzere 6 kısa bacağı bulunuyor.
Kalp kası hücrelerinin enerjilerini hastanın kanındaki şekerden alması gibi, gücünü şekerden alan robotun ağır ve kullanışsız bir ‘enerji kaynağı’ taşımasına gerek kalmıyor.
Güney Koreli doktorlar, robotun hastanın damarlarında bir haftada 50 metre mesafe kaydedebildiğini belirtiyor.
5 karadelik, NASA’nın Nükleer Spektroskopik (NuStar) uzay teleskopu tarafından ortaya çıkarıldı.
Uzayda daha önce gaz ve toz kaplı olduğu sanılan uzak bir bölgede milyarlarca Güneş’i yutabilecek büyüklükte 5 dev karadelik tespit edildi.
İngiltere’deki Durham Üniversitesi Extragalactic Astronomi Merkezi’nden George Lansbury önderliğindeki araştırma ekibinin bulgularına göre, evrende benzer nitelikte milyonlarca dev karadelik bulunabilir.
5 karadelik, NASA’nın Nükleer Spektroskopik (NuStar) uzay teleskopu tarafından ortaya çıkarıldı. NuStar, gökcisimlerinin yerini, karadeliklerden gelen yüksek x-ray enerjisi ile belirledi. Uzaklıkları henüz anlaşılamayan gökcisimleri, kalın bir toz ve gaz tabakasının arkasında olduğu için diğer teleskoplar tarafından fark edilmedi.
‘Süper kütleli karadelik’ olarak adlandırılan bu gök cisimlerinin kütleçekimi o kadar büyük ki, çevresindeki gazı, yıldızı, gezegeni ve ışığı içine çekerek yutuyor. Güneş’ten milyarlarca kat daha büyük hacimleriyle inanılmaz boyutlara ulaşabiliyorlar. Karadeliklerin merkezinde ne olduğu henüz bilinmiyor. Bu gizemli hiçliğe fizik kurallarının geçersiz kılındığı yer (tekillik) adı veriliyor.
NuStar, merkezindeki süper kütleli karadeliklerin hayli hareketli olduğu düşünülen 9 farklı galaksiyi gözlemliyordu. Bunlardan 5’inde yer alan karadeliklerin sanılandan daha da aktif olduğu ortaya çıktı.
Durham Üniversitesi’nden George Lansbury, evrende bu tür büyük karadeliklerin sayısının düşünülenden çok daha fazla olabileceğini, milyonlarcasının bulunabileceğini kaydetti. Süper kütleli -canavar- karadelikler, çoğunlukla galaksilerin merkezlerinde bulunuyor. Samanyolu Galaksisi’nin merkezindeki süper kütleli karadeliğin, Dünya’dan 25 bin ışık yılı uzaklıktaki ‘Sagittarius A’ olduğu düşünülüyor.
Araştırma sonuçları, İngiltere Kraliyet Astronomi Topluluğu’nun Galler’de düzenlediği ulusal astronomi toplantısında açıklandı.
Ebabil kuşlarının 2 aylık üreme, dinlenme ve beslenme dönemlerinin ardından 10 ay boyunca hiçbir yere konmadan uçabildikleri ortaya çıktı.
İsveç’teki bilim insanları, ebabil kuşlarının 2 aylık üreme, dinlenme ve beslenme dönemlerinin ardından 10 ay boyunca hiçbir yere konmadan uçabildiklerini ortaya çıkardı.
Current Biology dergisinde yayınlanan habere göre, İsveç’teki Lund Üniversitesi araştırmacıları, 13 tane ebabil kuşuna 1 gramlık uydu takip aygıtı yerleştirip iki yıl boyunca sonuçları inceledi. Sürüdeki 3 kuşun, 2 aylık üreme, dinlenme ve beslenme süresinin ardından 10 ay boyunca aralıksız uçtuğu belirlendi. Kuşların havada oldukları aylar boyunca tüy döktükleri, kanatları ile kuyruklarını adeta “yeniledikleri” keşfedildi.
Araştırma ekibinden Anders Hedenström, “Bu keşif, hayvan psikolojisine dair bildiklerimiz konusunda sınırları önemli ölçüde zorluyor. 10 aylık uçuş, bildiğimiz bütün kuş türleri içinde en uzun süre, bu bir rekor” açıklamasını yaptı. Daha önceki rekor, 6 aylık uçuş süresiyle yine ak karınlı ebabil kuşlarına aitti.
Araştırma ekibinin cevabını merak ettiği en büyük soru ise, ebabil kuşlarının nasıl bu kadar uzun süre havada kalabildikleri. Kuşun küçük boyutlarına ve kısıtlı gücüne göre oldukça büyük bir enerji gerekiyor. Ayrıca uykuya gereksinim duyuyorlarsa bunu ne zaman gerçekleştiriyorlar? Hedenström’ün bu konu hakkındaki yorumu ise şöyle: “Her gün alacakaranlıkta ve şafak sökerken ebabil kuşları 2 – 3 kilometre yüksekliğe ulaşıyor. Sonra aşağı doğru yavaşça süzülürken uyuyor olabilirler, emin değiliz.”
Ebabil kuşları, Avrupa – Afrika arasındaki göç rotalarında, hayatları boyunca milyonlarca kilometre yol yapıyor. Havada kaldıkları toplam sürenin 5 buçuk yıl olduğu sanılıyor.
(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)
Giyildikten sonra eli tamamen saran aygıt, hassasiyet gerektiren işlerde el ustalığını artırıyor ve kullanan kişinin kapasitesinden daha fazla güç sağlıyor.
Almanya’da bir firma, insan elinin gücünü ve hassasiyetini iki katına çıkaran ileri teknoloji ürünü robotik eldiven üretti. Bu ürün sayesinde ince işçilik ve güç gerektiren her sektörde daha fazla verim alınması hedefleniyor.
Esslingen’deki endüstriyel kontrol ve otomasyon firması Festo’nun geliştirdiği ‘ExoHand’ adlı robotik eldiven, Hanover Ticaret Fuarı’nda tanıtıldı. Giyildikten sonra eli tamamen saran aygıt, hassasiyet gerektiren işlerde el ustalığını artırıyor ve kullanan kişinin kapasitesinden daha fazla güç sağlıyor. Festo mühendisleri, insan elinin dayanma gücünü artırdıklarını belirtiyor.
Mekanik bir iskelete benzeyen ExoHand, kendisini kullanan kişinin hareketlerine aynı anda tepki veren bir robotla birlikte çalışıyor. Robotun parmak uçlarındaki algılayıcılar, ExoHand’i giyen kişinin dikkat ve hassasiyet gerektiren işleri daha kolay yapabilmesini sağlıyor. Cihazın bu özelliği ile sağlık sektöründe kullanılabileceği de kaydediliyor.
Festo sözcüsü Heinrich Frontzek, “Hava basıncı sağlayan küçük hava silindirleri, her parmağa ekstra güç sağlıyor. Bu sayede yumruk sıkma gücünü iki katına çıkarıyoruz” dedi. Frontzek, ExhoHand’in birlikte hareket ettiği robot kolun, doğal afet ve kazaların gerçekleştiği tehlikeli çalışma bölgelerinde de kullanıcıya güvenlik sağlayabileceğini ifade etti. ExoHand’in geliştirme ve test aşamalarının birkaç yıl daha süreceği öğrenildi.
54-38 milyon yıl önceki zaman aralığı Eosen’de yaşamış bu iki canlı, günümüzdeki benzer organizmalarla aynı özelikleri gösteriyor.
Bilim insanları, amber içerisinde günümüze kadar bozulmadan kalmış 50 milyon yıllık bir karınca ve onun başında parazit olarak yaşamış mayt (akar) buldu.
İngiltere merkezli bilim dergisi Biology Letters’ın haberine göre, Berlin’deki Leibniz Enstitüsü’nde yer alan Doğa Tarihi Müzesi eklembacaklılar uzmanı Jason Dunlop önderliğindeki araştırma ekibi, gelişmiş tarayıcı ve kimyasallar ile amber içinde bozulmadan bulunan canlıların tam 50 milyon yıl yaşında olduğunu belirledi.
Rusya’nın Kaliningrad bölgesinde, bir ağaç reçinesinin içine gömülmüş halde bulunan iki fosilin, karınca ve akarlar arasındaki en eski ortak yaşam örneklerinden birisini gösterdiği belirtildi.
Araştırmaya göre, 54-38 milyon yıl önceki zaman aralığı Eosen’de yaşamış bu iki canlı, günümüzdeki benzer organizmalarla aynı özelikleri gösteriyor. Dergiye konuşan Jason Dunlop, “Keşif önemli çünkü bu parazit akarlar ile karıncalar arasındaki ortak yaşam, günümüzde hala sürüyor. Amberin içindeki görüntü, iki canlının bundan 50 milyon yıl önce de aynı ortaklığı sürdürdüğünü gösteriyor. Karıncanın başındaki akar, mesostigmatids adı verilen ve fosillerde hayli nadir rastlanan bir tür” dedi.
Akarlar, kalbi ve ciğerleri olmayan karıncaların ‘hemolymph’ adı verilen renksiz kanlarından beslenerek parazit bir yaşam sürdürebiliyor. Bitkilerden salınan reçine veya çeşitli sıvıların katılaşmış hali olan amberlerin içinde milyonlarca yıl öncesine ait canlılar mükemmel bir şekilde korunabiliyor. Eosen döneminde yaşanan iklim değişiklikleri, donan kutuplar, akıntılardaki yön değişiklikleri ve zorlu hava olayları sebebiyle dünya üzerinde yaşayan canlı türlerinin yüzde 20’sinin yok olduğu sanılıyor.
Yüzey sıcaklığını 24,85 derece olarak hesap eden araştırmacılar, HD 85512 b’nin üzerinde su bulunduğunu tahmin ediyor.
İsviçre’nin Cenevre Üniversitesi’nden bilim insanları, Dünya’dan yaklaşık 36 ışık yılı uzaklıktaki Vela takımyıldızında, yaşam barındırmaya elverişli bir gezegen olduğunu bildirdi.
Şili’deki Yüksek Hassasiyetli Işınsal Hız Gezegen Araştırmacısı (HARPS) teleskobunu kullanan İsviçreli astronom Stephane Udry ve beraberindeki ekip, HD 85512 yıldızının etrafında dönen gezegenin, kendi güneşinden uzaklığı sayesinde “yaşanabilir bölge” içerisinde kaldığını belirledi. Buna göre, HD 85512 b adı verilen yeni gezegen, büyük ölçüde yaşayan organizmalara ev sahipliği yapma potansiyeli gösteriyor.
Yıldızının etrafındaki dönüşünü 54 günde tamamlayan HD 85512 b’nin Dünya’daki gibi bir atmosfere sahip olduğu belirtiliyor. Ellerindeki temel modellere göre gezegendeki ortalama sıcaklığı 24,85 derece olarak hesap ettiklerini kaydeden araştırmacılar, HD 85512 b’nin üzerinde su bulunduğunu tahmin ediyor. Yerküreden daha küçük ve daha kayalık olan bu gezegenin 1 ila 5 milyar yıl yaşında olduğu düşünülüyor.
Udry ve ekibi, keşifleri sayesinde mevcut ve gelecekteki yaşanabilir gezegen adaylarının değerlendirilmesi için en sağlam zemini oluşturabileceklerini ifade ediyor. HD 85512 b ile 20 ışık yılı uzaklıktaki Libra takımyıldızında yer alan Gl 581 d gezegeninin, şu ana kadar tespit edilen en yaşanabilir dünyalar olduğu aktarılıyor. Yerküreden en az 5 kat daha büyük olan Gl 581 d, 2009’un Nisan ayında gözlenmişti.
Kanatlı kedilerin bir efsaneden daha fazlası olduğu pek çok rapora ve fotoğraflara da yansıyor.
Yaklaşık 10 yıl önce, Çin’in Shaanxi eyaletinde yaşayan yaşlı bir kadına ait erkek kedinin, kuşlarınkine benzeyen kanatları görenleri hayrete düşürmüştü.
Huashang News gazetesinin haberine göre, Xianyang şehrinde yaşayan Feng isimli yaşlı bir kadının beslediği kedi ‘Tom’, bir ayda kanatlarının uzaması ile ilginç bir görüntüye kavuştu. Kedi tüyleri ile kaplı olan kanatların uzunluğunun 12 santimetre olduğu belirtildi.
Kedinin sahibi Feng, gazeteye yaptığı açıklamada, “İlk başlarda deride şişkinlik şeklinde belirdiler. Sonra hızla büyüdüler ve bir ay sonra iki kanat gibi oldular. Kanatların içinde kemik de var ve şimdi o kanatlı bir meleğe benziyor” dedi.
Olaya çiftleşme döneminde geçirdiği bir rahatsızlığın sebep olduğunu düşündüğünü kaydeden Feng, “Bir ay önce pek çok dişi kedi ona cinsel açıdan zarar verdi ve kedinin kanatları çıktı” diye konuştu.
Haberde, görüşlerine başvurulan uzmanların, olayın bir gen mutasyonu vakası olduğu ve kedinin normal yaşayışını etkilemeyeceği görüşlerine yer verildi.
Aradan geçen yıllardan sonra yaşlı Feng ve kedisi Tom’un hala hayatta olup olmadıklarına dair net bir bilgi yok. Ancak kanatlı kedilerin bir efsaneden daha fazlası olduğu pek çok rapora ve fotoğraflara da yansıyor.
BİLİMSEL GÖRÜŞ
Bulunan bazı fosiller, tarihte rastlanılmış kayıtlar ve hala yaşayan nadir örneklere göre, kedilerde kanatsı eklerin oluşmasında üç sebep dikkat çekiyor. Bunlardan ilki, uzun tüylü türlerde, tüylerin birbirine dolanarak keçeleşmesi. Bu keçeleşme sorunu, nadir de olsa kısa tüylü türlerde de görülebiliyor. Dökülen tüylerin keçeleşen tüylere yapışıp birkaç tüy dökme mevsimi sonunda kanatsı yapılar oluşturabilmeleri mümkün oluyor.
İkinci neden, insanlarda da rastlanan Ehlers – Danlos Sendromu’nun (derinin elastik olması) bir benzerinin (feline cutaneous asthenia) kedilerde de görülmesi. Bu nedenle oluşan kanatsı yapılar omuz, bel ve kalça bölgesinde görülüyor. Bu tür kanatları olan kedilerin bir kısmının kanatlarını oynatabildikleri bile görülmüş. Üçüncü oluşum şekli ise, yapışmış organ veya ekstra organ gelişimi.
İLGİNÇ VAKALAR, GÖRGÜ TANIKLARI
Bilinen ilk kanatlı kedi tanıklarından birisi Amerikalı şair, filozof ve tarihçi Henry David Thoreau. 1842’de yaşadığı bir olayı şöyle anlatıyor Thoreau: “Bay Gillian Baker’ın çiftliğinde yaşadığım günlerde bir kanatlı kedi vardı. Ağaçların arasına avlanmaya giderdi. Bir gün onu eve aldıklarını gördüm. Koyu kahverengi, gri tüyleri vardı. Kuyruğu bir tilkininki kadar kabarıktı. 25 – 50 santimetre arasındaki kanatları iki yanından uzanıyordu. Aylar sonra bu kanatlar düştü. Bana kanatları hatıra olarak verdiler, hala saklarım.”
* Sahte Hayvanlar ve Aldatmacalar (1976) adlı bir kitapta anlatılanlara göre, S.Peter Dance adlı bir kişi, çok küçükken kanatları uzamaya başlayan bir kediyi 1960’larda bir sirke sattı. Kedi gizemli bir şekilde öldü, içi dolduruldu. İddiaya göre hala saklanıyor.
*1868’de Hindistan’da ‘uçan bir kedi’ rapor edildi. Alexander Gibson adlı bir kişi tarafından vurulup öldürüldü. Derisi bir Bombay Asiatic Toplantısı’nda sergilendi. Gibson, öldürdüğü hayvanın bir kedi olduğunu iddia etse de bazıları onun bir yarasa ya da uçan bir tilki olabileceğini söyledi.
*1897’de İngiltere’nin Matlock kasabasında, kaburgalarından sülün benzeri kanatları çıkmış haldeki kedi vurulup öldürüldü. Haber, 26 Temmuz 1897’de High Peak News gazetesinde yayınlandı. Görgü tanıkları, kedinin kanatlarını kullanarak daha hızlı koştuğunu iddia etti.
*1933’te, siyah beyaz renkteki kanatlı bir kedi Oxford, İngiltere’de ele geçirildi. Kediyi bulan Bayan Hughes Griffiths, 15 santimetrelik kanatlarıyla kedinin uzun mesafeleri atlayarak katettiğini öne sürdü. Kedi bir süre Oxford Hayvanat Bahçesi’nde tutuldu.
*1949’da 59 santimetre kanat açıklığına ve 9 kilogram ağırlığa sahip bir kedi İsveç’in kuzeyinde bir ormanda vurularak öldürüldü. Kedinin uçarken vurulduğu iddia edildi. Doğa Tarihi Müzesi’nden bir profesör, kedinin kanatlarının bir deri deformasyonu sonucu oluştuğunu bildirdi.
Düş kırıklığının neden olduğu şiddetli duygusal stresin kalp krizine neden olduğu bulundu.
İngiltere’de ilk defa yapılan bir araştırmada düş kırıklığının neden olduğu şiddetli duygusal stresin kalp krizine neden olduğu bulundu.
İngiliz The Daily Telegraph gazetesinde çıkan habere göre bilim adamları, beynin öğrenme, hafıza ve duygu ile sorumlu bölümlerindeki aşırı stresin kalp kaslarının dengesini bozarak krizlere ve kalp hastalıklarına sebep olduğunu ortaya çıkardı.
Londra’daki BSMS Sağlık Kuruluşunda çalışan bilim adamlarına göre, kalp kırıklığı sonucu oluşan yoğun stres, beyinde kalp için zararlı ritimlere yol açarak bozuk ve kusurlu bir halkanın oluşmasını sağlıyor.
Duygusal problemler sonucu kalbin her zaman yoğun baskı altında kaldığı ve bunun beyinin bazı kesimlerinden aşırı uyarılar tarafından gerçekleştirildiği biliniyor. Beyin sapından gelen uyarılar kalp ritmini olumsuz yönde etkiliyor.
Bilim insanları A,B ve AB kan gruplarını 0 grubuna dönüştebilmeyi başardı.
Danimarka’daki Kopenhag Üniversitesi’nde görevli bilim adamları A,B ve AB kan gruplarını 0 grubuna dönüştebilmeyi başardı. Geliştirilen teknik sayesinde organ nakli ameliyatlarında ve acil kan grubu gerektiren durumlarda hastaya daha çabuk müdahale edilebilecek.
Doğal Bioteknoloji gazetesindeki habere göre yeni metod, nakil için gerekli kan azaltılmasını sağlayan yeni enzimlerin kullanılmasıyla uygulanabiliyor. Normal şartlarda kan grubu ile uyumsuz başka gruptan kanın nakli durumunda hastanın hayatı tehlikeye girebiliyor. A ve B grubundaki kan hücreleri “antijen” adı verilen ve bağışıklık sistemini ihtiyaç duyulan durumlarda tetikleyen iki farklı şeker molekülü içeriyor. AB grubundakiler bu türdeki moleküllerin ikisine de sahipken 0 grubu kanda hiçbiri bulunmuyor. A, B ve AB grubu kan grubuna sahip hastalar birbirlerinden kan alışverişinde bulunabilirlerken 0 kan grubuna dahil hastalar kimseden kan alamıyor. Geliştirilen yeni sistemle birlikte bilim adamlarının keşfettiği yeni bakteriyel emzimler A,B ve AB grubundaki şeker moleküllerini keserek 0 grubuna kan naklinin gerçekleşmesini sağlıyor. Yeni metod sadece 0 (rh) negatif kan grubu için uygulanabiliyor.
Gazetede konu hakkında açıklamaları yer alan bilim adamları, sistemin hastalarda denenmeden önce pek çok deneye ihtiyacı olduğunu vurguladı. 2 bin 500 bakteri üzerinde yaptıkları araştırmada sadece iki bakterinin kanda bu işlemi gerçekleştirebildiğine dikkat çeken bilim adamları “Yeni metod kandaki aşırı basıncı azaltan her yerdeki kırmızı hücrelerin de üretilmesini sağlıyor” diyor.
Ay mağaraları, astronotlar için kendilerini radyasyondan ve dondurucu soğuktan koruyacak doğal bir sığınak olabilir.
Bilim insanları, Ay yüzeyinin altında devasa büyüklükte mağara ve tüneller olduğuna inanıyor. Lav akıntılarıyla oluşmuş bu mağaralarda şehirler kurulabileceği belirtiliyor.
ABD’deki Purdue Üniversitesi’nden Profesör Jay Melosh’un Teksas eyaletinde düzenlenen 46. Ay ve Gezegen Bilimi Konferansı’nda açıkladığı kuramsal çalışmasına göre, insan kolonizasyonu için Ay yüzeyinin altında üs ve şehirler kurulabilir.
Ay’da yüzeyin üzerinde koloni kurmanın birçok zorluğu beraberinde getireceğini belirten uzmanlar, bunları kozmik radyasyon, meteor çarpmaları ve aşırı sıcaklık farklılıkları olarak sıralıyor. Jay Melosh’un araştırmasına göre, Ay’da yer altında yapılacak çalışmalar daha ucuz ve güvenli bir alternatif.
TÜNELLERİN GENİŞLİĞİ 9,6 KİLOMETREYE KADAR ÇIKIYOR
Profesör Melosh, konferansta yaptığı açıklamada, “Ay’daki lav tüpleri, aslında lav akıntıları ve volkanik patlamaların oluşturduğu tüneller. Bu akıntılar, boru şeklinde yapılar oluşturdular. Püskürmeler sona erdiğinde akıntılar da durdu. Bu borular da gölge tüneller şeklinde günümüze ulaştılar” dedi.
Araştırmaya katılan Purdue Üniversitesi uzmanlarından David Blair ise, “Yerçekimi Ay’da çok daha az ve kayalar Dünya’daki gibi erozyon ve hava koşullarına maruz kalmıyor. Teorik olarak bu lav tüpleri, gelecekte inşa edilebilmesi muhtemel şehirleri muhafaza edecek kadar büyük” yorumunu yaptı. Araştırmaya göre, bu kıvrımlı olukların genişliği 800 metreden 9,6 kilometreye kadar ulaşabiliyor.
RADYASYON VE SOĞUKTAN KORUYAN DOĞAL SIĞINAKLAR
Bu tünellerin varlığına dair deliller, Ay yüzeyinin yüksek çözünürlüklü fotoğraflarına da yansıdı. Birçok çukur tespit edildi. Gökbilimciler, bu çukurların ay ovalarının altında yaygın eski bir lav kanalları ağının ‘bacaları’ olduğunu düşünüyor. Boru biçimli bu tüneller, milyarlarca yıl önce lavın akarken üst kısmının soğuyarak katılaşması ve altta akmayı sürdüren lav derelerini yalıtan bir çeper haline gelişmesiyle oluştu.
Bilim insanlarına göre, bu tünellerin en az bir kısmı, Ay’da sürekli kalabilecek astronotlar için kendilerini radyasyondan ve dondurucu soğuktan koruyacak doğal bir sığınak olabilir. Ay yüzeyinin birkaç metre altının, eksi 30 ya da 40 santigrat derecede sabit bir sıcaklığa sahip olacağı düşünülüyor. Ay ekvatorunda öğlen eksi 100, gece ise eksi 150 dereceye ulaşan sıcaklıklar ölçülüyor.
Profesör Jay Melosh ve ekibi, tünellerin büyüklükleri ve inşaat kapasitelerine dair olanakları araştırmaya devam edecek.