Bilim insanları, yeryüzünden 100 ışık yılı uzaklıkta, tamamen suyla kaplı olduğu düşünülen ve hemen hemen Dünya boyutlarında olan bir ‘okyanus gezegeni’ keşfedildiğini duyurdu. (1 ışık yılı = Yaklaşık 10 trilyon kilometre)
Montreal Üniversitesi Öte-Gezegenler Araştırma Enstitüsü (iREX)’ten gökbilimcilerin, The Astronomical Journal‘da yayınlanan araştırma sonuçlarına göre, Draco Takımyıldızı’nda yer alan ve ‘TOI-1452 b’ kod adı verilen gezegenin kalın bir okyanus tabakası ile kaplı olduğu düşünülüyor.
NASA’nın ‘gezegen avcısı’ TESS Teleskobu ile tespit edilen bu gizemli diyarın, kendi yıldızı TOI-1452’ye olan mesafesi sebebiyle bilinen yaşam koşullarına elverişli olduğu ve yüzeyinde akışkan suyu barındırdığı belirtiliyor.
TOI-1452 b’deki büyük ve derin akıcı su kütlesi, bilinmeyen deniz canlılarına ev sahipliği yapıyor olabilir. Benzer bir durum, Güneş Sistemimizde yer alan Jüpiter’in uyduları Ganymede ve Callisto ile Satürn’ün uyduları Titan ve Enceladus’ta da mevcut. Bu dört uydunun buzla ya da kayalıkla kaplı yüzeylerinin altında yer alan ve mikrobiyal yaşama ev sahipliği yapabildiği belirtilen okyanuslar, daha önce birçok araştırmaya konu oldu.
Son çalışmayı yürüten iREX ekibinin başındaki araştırmacı Charles Cadieux, İngiliz Daily Mail gazetesine yaptığı açıklamada, “TOI-1452 b, bugüne kadar bulduğumuz bir okyanus gezegeni için en iyi adaylardan biri. TESS verilerine göre yarıçapı ve kütlesi, Dünya gibi temelde metal ve kayadan oluşan bir gezegenden beklenebilecek olandan çok daha düşük bir yoğunluğa işaret ediyor” diyor.
Aslında okyanusla kaplı gezegenlere yabancı değiliz. Hollywood filmleri ve romanları da kapsayan birçok bilim kurgu eserinde su dünyalarına rastlamıştık. 2014 yapımı Interstellar (Yıldızlararası) ile 1995 yapımı Water World (Su Dünyası) filmleri, bunlardan sadece ikisi.
TOI-1452 b, NASA’nın geçtiğimiz ay bilimsel gözlemler yapmaya başlayan 10 milyar dolarlık yeni James Webb Uzay Teleskobu tarafından gelecekte daha fazla incelenebilmesi için mükemmel bir aday olacak.
(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)
GN-z11 galaksisi milyarlarca ışık yılı uzaklıktan Dünya’ya göz kırpıyor.
Emektar Hubble Uzay Teleskobu’nun limitlerini zorlayan gökbilimciler, bilinen evrenin en uzak galaksisi GN-z11’i gözlemledi. Şaşırtıcı derecede parlak olan bu gizemli yıldız kümesi, Big Bang (Büyük Patlama)’dan yalnızca 400 milyon yıl sonra oluştu.
Uluslararası bir gökbilimci ekibinin Astrophysical Journal’da yayınlanan araştırmasına göre, Büyükayı Takımyıldızı’nda yer alan 32 milyar ışık yılı uzaklıktaki GN-z11, önceki rekorun sahibi galaksiden 150 milyon yıl daha yaşlı. (1 ışık yılı = Yaklaşık 10 trilyon kilometre). Yani 13,4 milyar yıl önce meydana geldi.
Araştırmaya ABD’deki Yale Üniversitesi’nden katılan Pascal Oesch, “Hubble ile yapabileceğimizi düşündüğümüzden çok daha ötesini başardık, zamanda geriye doğru büyük bir adım attık. Bir galaksinin uzaklığını ölçmek için zamanda geriye bakmayı başardık ve o zamanda evren günümüzdeki yaşının sadece yüzde 3’ü kadardı” açıklamasını yaptı.
Evrenin yaşını bilmeyenler için bu, galaksinin Büyük Patlama’dan sadece 400 milyon yıl sonra oluştuğu anlamına geliyor. Fakat araştırmacıları böylesine heyecanlandıran tek şey galaksinin inanılmaz yaşı değil. Bu galaksi şaşırtıcı derecede parlak ve yıldızlarla dolu. Ayrıca yılda ortalama 24 yeni yıldız oluşturmaya devam ediyor. Bu oran bizim galaksimiz olan Samanyolu’ndan 20 kat daha fazla. (Toplam büyüklük açısından biz öndeyiz, galaksimiz 25 kat daha büyük.)
Çalışmanın diğer yazarı California Üniversitesi’nden Garth Illingworth ise, “Böylesine büyük bir galaksinin ilk yıldızlar oluşmaya başladıktan sadece 200- 300 milyon yıl sonra oluşması hayret verici. Milyarlarca güneş kütlesi büyüklüğünde bir galaksiyi bu kadar kısa sürede oluşturması, devasa hızda yıldız üretmesi demek. Bu da oldukça hızlı büyüdüğünü gösteriyor” diye konuştu.
Her ne kadar bu hayret verici bir gelişme olsa da, bilim dünyası uzun zamandır beklenen James Webb Uzay Teleskobu’nun Ekim 2018’de fırlatılmasının ardından uzaklık rekorlarının kısa süre içinde kırılacağını umuyor.
15 yıllık büyük bir araştırma, görebildiğimiz evrenin düşünülenden daha ‘kalabalık’ olduğunu ortaya koydu.
Bilim insanlarının yeni sonuçlanan uzun soluklu bir araştırması, evrenin şu ana kadar gözlemleyebildiğimiz sınırları içerisinde en az 2 trilyon galaksi (yıldız kümesi) olduğunu ortaya çıkardı. Bu, daha önce bilinen rakamlardan 10 kat fazlası demek.
İngiltere’deki Nottingham ve Edinburgh üniversiteleri ile Hollanda’daki Leiden Gözlemevi’nden gökbilimcilerin, Astrophysical Journal dergisinde yayınlanan 15 yıllık araştırma sonuçlarına göre, görebildiğimiz evren bilinenden çok daha kalabalık. Zira sadece Samanyolu Galaksisi’nde 200 – 400 milyar arasında yıldız bulunuyor.
Araştırma ekibi, Big Bang (Büyük Patlama)’dan sonra meydana gelen görülebilir galaksilerin farklı çağlardaki yoğunluklarını inceledi. İlk birkaç milyar yılda gördüğümüz galaksilerden en az 10 kat daha fazla yıldız kümesi bulunduğu belirlendi. Bu galaksilerin çoğu küçüktü ve gözlemlemesi zordu.
Nottingham Üniversitesi’nden araştırmaya katılan profesör Christopher Conselice, “Sonuçlar bizim için çok şaşırtıcı oldu. Big Bang’den bu yana, 13,7 milyar yıllık kozmik evrenimizde galaksilerin yıldız oluşumları ve diğer galaksilerin birleşmeleriyle büyüdüğünü biliyoruz. Geçmişte daha fazla olan galaksi sayısı, birleşmeler ve büyümeler ile azaldı, evrimleri bu yönde devam etti. Bu azalmaya rağmen düşünülenden çok daha olağanüstü bir sonuca ulaştık” dedi.
1990’lardan itibaren devreye giren Hubble Uzay Teleskobu’nun yaptığı gözlemler ile bilinen evrende 100 – 200 milyar kadar galaksi olduğu düşünülüyordu. Ancak aradan geçen 20 yıl boyunca insanoğlu daha da uzaklara bakabildi, yeni teleskoplar geliştirildi, Hubble iyileştirildi ve görebildiğimiz evrenin sınırları genişledi.
Zayıf ışıkları ve uzaklıkları sebebiyle birçok galaksinin görülemediğine dikkat çeken Conselice, “Evrendeki galaksi sayısı her zaman temel bir sorundur. Yüzde 90’ından fazlası üzerinde detaylı araştırmalar ve gözlemler yapılabilmiş değil. Gelecek nesillerde geliştirilecek teleskoplar ile bu galaksileri incelerken karşılaşabileceğimiz ilginç sonuçları kim bilebilir?” ifadelerini kullandı.
Önümüzdeki yıllarda uzaya fırlatılacak yeni teleskoplar (özellikle NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu ile Avrupa Uzay Ajansı’nın PLATO Teleskobu), uzak galaksiler ve evrenin derinlikleri hakkında bizlere yeni bilgiler sağlayacak.
(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)
Gökbilimciler, Dünya’dan 1000 ışık yılı uzaklıktaki bir gaz devinin atmosfer koşullarını inceledi.
Bilim insanları, ilk kez Güneş Sistemi dışındaki çok uzak bir gezegenin hava durumu özelliklerini detaylı olarak inceledi. Dünya’dakilere benzemeyen bulutların safir ve yakuttan oluştuğu belirtiliyor.
Nature Astronomy dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, Dünya’dan yaklaşık 1000 ışık yılı uzaklıktaki gaz devi ‘HAT-P-7b’ gezegeni (diğer adıyla ‘Kepler-2b’), Kepler Uzay Teleskobu ile incelendi. (1 ışık yılı = Yaklaşık 10 trilyon kilometre). Cygnus (Kuğu) Takımyıldızı’ndaki bu gezegen, Dünya’dan 16 kat büyük bir gaz devi. Yani Jüpiter’e benziyor.
Kendi yıldızına çok yakın bir mesafedeki yörüngesinde ilerleyen HAT-P-7b’nin sadece bir yüzü güneşine bakıyor. Bu yüzden gezegenin bir tarafı hep gündüz, diğer yüzü ise hep geceyi yaşıyor. Gezegenin aydınlık kısmındaki ortalama sıcaklık yaklaşık 2100 derece. Gece tarafında ise 1300 derece. Aşırı fark yüzünden ekvatoral bölgesinde çok şiddetli rüzgarlar esiyor.
Rüzgarlar, gece tarafındaki bulutları gündüz bölgesine doğru taşıyor. Bulutlar, aşırı gündüz sıcağı ile buharlaşmadan önce bir süre aydınlık tarafta da ilerleyebiliyor ve ışığı yansıtabiliyor. Bulutlar tamamen buharlaşmadan yıldızın ışığını kesiyor ve gündüz yüzündeki ‘sabah’ saatlerini biraz “serinletebiliyorlar”. Yani gündüz sıcaklığını yaklaşık 1700 dereceye indirebiliyorlar. (Bu, Dünya’da demiri eritebileceğiniz bir sıcaklık). Gökbilimciler, bulutların ışığı yansıtabildiği bu anları, aynı zamanda gezegenin en parlak ışığı yaydığı nokta olarak belirledi.
Bulutlar Dünya’dakilere benzemiyor. Hangi maddeden oluştukları kesin bir şekilde bilinmiyor. En güçlü teori; elmastan sonraki en sert mineral olan korindon. Dünya’da kırmızı renkte olanı yakut, öteki renklerde olanı ise safir olarak biliniyor. Zaman zaman görünüp kaybolan bu bulutların değerli madenlerden oluşmaları büyük bir ihtimal.
Peki bu bilgilere nasıl ulaşılabiliyor? Bilim insanları, çok uzak bir dünyanın atmosfer koşullarını modellemek için o gezegenden yansıyan ışığa odaklanıyor. Bazı gezegenler kendi güneşlerinin sıcaklığı ile ısınır. Eğer o gezegen bulutluysa, etrafında döndüğü yıldızın ışığını çeşitli şekillerde yansıtır. Gezegenin ışığındaki değişiklikleri görebilir ve böylece yabancı bir dünyanın yüzey parlaklığının bir haritasını oluşturabiliriz. Gelişmiş teleskoplar, değişik filtreler sayesinde ışığı farklı detaylarıyla inceleyebilir, yabancı bir gezegenin atmosferindeki elementleri tespit edebilir. Gezegenin birden çok yörüngesini gözlemlersek, o parlaklığın her yörüngede nasıl bir değişime uğradığını görebiliriz ve gezegenin atmosferinin zaman içinde nasıl değiştiğini öğrenebiliriz.
Önümüzdeki yıllarda uzaya fırlatılacak yeni nesil gelişmiş teleskoplar (NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu ile Avrupa Uzay Ajansı’nın PLATO Teleskobu), bizlere uzak dünyaların atmosfer koşulları hakkında daha kesin bilgiler sunacak.
(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)
‘KIC 8462852’ adlı yıldızın çevresinde dev boyutlarda yapıların olduğu ve enerji hasadı yapıldığı iddia ediliyor.
Dünya’dan 1480 ışık yılı uzaklıktaki ‘KIC 8462852’ kod adlı yıldız, geçtiğimiz yıl Kepler Uzay Teleskobu tarafından keşfedildi. Yıldızı tespit eden astronom Tabetha Boyajiya’ya atfen gök cismi ‘Tabby’nin Yıldızı’ olarak isimlendirilse de eşi görülmemiş özellikleri yüzünden WTF (What The Fuck – Bu da ne böyle?) gibi adlar da takılıyor.
Cygnus (Kuğu) Takımyıldızı’ndaki bu garip ışık kaynağı, bilinen hiçbir yıldıza benzemiyor. KIC 8462852’nin ışığı, toplamda Dünya’dan yaklaşık 1000 kat daha büyük devasa cisimler tarafından düzenli aralıklarla kesiliyor. Bu sebeple astronomlar, kesintinin kaynağının Dünya dışı bir medeniyete ait mega-yapılar olabileceğini iddia ediyor. Bu da akıllara ‘Dyson Küresi’ni getiriyor.
DYSON KÜRESİ
Peki nedir Dyson Küresi? Teoride uzaylı bir medeniyetin herhangi bir yıldızdan enerji hasadı yapabilmesi diyebiliriz. Amerikalı teorik fizikçi ve matematikçi Freeman Dyson tarafından ortaya atılan bu teori, bir yıldızın tüm yüzeyini kaplayan dev bir yapıdan bahseder. Yıldızın ışığını kullanan bu yapı, elde edilen tüm güneş enerjisini istenilen bir yere ya da bataryalara yönlendirir. Başka bir ihtimal ise medeniyetin direkt o yapının üstünde yaşamasıdır.
Bir Dyson Küresi, muazzam bir mühendislik gerektirmesi yanında, birbirinden çok farklı biçimlerde inşa edilebilir. Dyson küreleri hem biçim, hem de enerji üretimi açısından değişik teknolojiler barındırıyor olabilir.
KIC 8462852’nin ışığının kesilmesine sebep olan etkenlerin doğal olduğu, kuyruklu yıldızlar, gezegenler, asteroit kuşakları ve bulutsuların da buna yol açabileceği belirtiliyor. Keşfedildiği günden bu yana ortaya atılan bu teorilere, uzaylı varlığına işaret eden bir yenisi daha eklendi.
“YILDIZDAN MADEN ÇIKARILIYOR”
Almanya’daki Furtwangen Üniversitesi’nden Profesör Eduard Heindl, söz konusu yıldızın düzenli aralıklarla kesilen ışığına yönelik matematiksel bir model hazırladı.
İngiliz Daily Mail gazetesine konuşan Heindl, şu açıklamaları yaptı: “Eğer bir süper medeniyet, gezegenlerindeki tüm hammaddeleri tüketmişse sıra yıldızlara gelmiş olabilir. Örneğin bizim Güneşimiz, gezegenlerdeki metalden 6 bin kat daha fazlasını içeriyor. Uzaktaki bu uygarlık, KIC 8462852’den çıkardığı madeni yörüngeye yerleştirerek soğutuyor ve onu kullanıyor olabilir. 1400 ışık yılı uzaktaki bu yıldız bir maden ocağı gibi işletiliyor olabilir. Bunun nasıl yapılacağını tam olarak bilemiyoruz ama bir tahminde bulunursak, yıldızın üstündeki bir nokta dev aynalarla daha fazla ısıtılabilir ve madde ışınımı açığa çıkabilir. Yıldızdan bize ulaşan ışığın eğrisi olağan dışı derecede pürüzsüz, kenarlar çok dik. Bu kuyruklu yıldız ve ya gezegen geçişleriyle açıklanabilecek bir şey değil.”
Işık eğrisine matematiksel olarak yaklaştıklarını kaydeden Heindl, “Işık, fiziksel olarak anlamlı, büyük, yörüngede bulut oluşturan yıldızsal bir olay tarafından harekete geçirilmiş. Veriler, bilim kurgu gibi görünen bir yıldız madenciliği teknolojisine uygun görünüyor” dedi.
YILDIZ SAĞMA İŞLEMİ
Heindl’ın araştırmasına göre, bir maddenin akışının yıldızdan ayrılmasını sağlayan teknoloji uygulanıyor olabilir. Bu özel akış sayesinde yabancı medeniyet enerjiden faydalanabiliyor olabilir. Özet olarak ‘Star lifting’ (yıldız sağma) işlemi yapılıyor olabilir. Yıldız sağmayı şöyle açıklayabiliriz: Teknolojik olarak yeterince gelişmiş uygarlıklar, muhtelif sebeplerle bir yıldızı oluşturan materyalleri kullanabilir hale gelebilirler. Genel olarak hidrojen ve helyumdan oluşan milyonlarca tonluk yıldız tozu depolanabilir ya da enerji elde edilebilir.
Profesör Eduard Heindl, teorilerine rağmen henüz kanıtlanmış herhangi bir uzaylı unsurun olmadığını, konunun araştırmalara açık olduğunu vurguluyor.
100 MİLYON DOLAR BÜTÇELİ PROJE DE ARAŞTIRMAYA DAHİL OLDU
İngiltere’deki Kraliyet Bilimler Akademisi’ne bağlı ‘Breakthrough Initiatives (Çığır Açan Girişimler)’ tarafından başlatılan 100 milyon dolar bütçeli ‘Breakthrough Listen (Çığır Açan Dinleme)’ girişimi, geçtiğimiz günlerde KIC 8462852 yıldızını daha yakından inceleyeceğini açıkladı. 10 yıl boyunca Dünya dışında yaşam olup olmadığını araştıracak proje kapsamında toplam 1 milyon yıldız taranacak.
Projenin yöneticilerinden Andrew Siemion, bu gizemli yıldızın Hubble ve Keck teleskoplarıyla gözlemlendiğini ve henüz net bir sonuca ulaşamadıklarını söyledi. Yakın bir dönemde uzaya gönderilecek James Webb Uzay Teleskobu’ndan elde edilecek yeni bilgiler ışığında bu eşsiz yıldızın çevresindeki esrarın aydınlığa kavuşabileceği belirtiliyor.
(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)
Sadece Samanyolu galaksisinde bilinen yaşama uygun 40 milyar gezegen olabilir.
Dünya’dan yaklaşık 150 ışık yılı uzaklıkta bulunan ve yaşama uygun olduğu düşünülen yeni bir gezegen gözlemlendi. (1 ışık yılı = Yaklaşık 10 trilyon kilometre).
Space.com’un haberine göre, Leo (Aslan) Takımyıldızı’nda yer alan K2-3d adlı gezegen ilk olarak NASA’nın Kepler Uzay Teleskobu tarafından 2015’te görülmüştü. Japonya’daki Ulusal Astronomi Gözlemevi, Tokyo Üniversitesi ve Japonya AstroBiyoloji Merkezi’nden araştırmacılar, Okayama yer teleskobunu kullanarak gezegen hakkında yeni bilgiler elde etti. İlk kez bir yer teleskobu ile uzak bir gezegenin kendi yıldızının önünden geçerken bıraktığı gölge takip edildi.
BİR YILI 45 GÜN
Dünya’dan 1,5 kat büyük olan K2-3d gezegeni, Güneş’in yarısı kadar büyüklükteki K2-3 yıldızının çevresinde 45 günde dönüyor. Dünya’nın Güneş’e olan yakınlığı dikkate alınırsa kendi yıldızına çok daha yakın bir konumda olan K2-3d, buna rağmen akıcı suya, bilinen yaşama uygun bir iklime ve oksijen dolu bir atmosfere sahip olabilir. Çok daha soğuk bir güneşin etrafında dönen bu yabancı gezegen, ‘yaşanabilir bölge’ (habitable zone) uzaklığı içinde bulunuyor. Kepler’in verilerine göre yüzey sıcaklığı 127 ila 227 derece gibi aşırı sıcak olarak tahmin edilse de yeni ölçümlerde bu rakamların daha aşağıda olduğu belirtiliyor.
Japon bilim insanları, yakında fırlatılacak olan James Webb Uzay Teleskobu ile K2-3d gezegeni ve atmosferi hakkında daha ayrıntılı detaylara ulaşılabileceğini düşünüyor. Yeni araştırma sonuçları The Astronomical Journal dergisinde yayınlandı.
MİLYARLARCA UZAK GEZEGEN
2009’da uzaya fırlatılan Kepler Uzay Teleskobu, 440 yıldız sisteminde en az 1013 yeni gezegen keşfetti. Gözlemlenen 3 bin 200 gezegen adayı gök cismi ise araştırılmayı bekliyor.
1988 yılından 19 Kasım 2016 tarihine kadar olan sürede, Kepler’in de aralarında bulunduğu yer ve uzay teleskopları, toplam 2 bin 656 farklı yıldız sisteminde en az 3 bin 541 gezegenin varlığını doğruladı. Kepler Uzay Teleskobu’nun verilerini inceleyen gökbilimcilerin istatistiklerine göre, sadece Samanyolu galaksisinde 40 milyar Dünya benzeri gezegen olabilir.
(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)