Jüpiter’in atmosferindeki ‘ebru sanatı’

Dev gezegenin şiddetli fırtınaları, ebru sanatı desenlerine benzeyen harika manzaralar sunuyor.

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA)’nın Juno keşif aracı, gaz devi Jüpiter’den muhteşem fotoğraflar göndermeye devam ediyor. Gezegenin hayli fırtınalı kaotik atmosferi, ebru sanatı desenlerine benzeyen büyüleyici görüntüler oluşturuyor.

NASA’nın ‘Jovian Art’ (Jüpiter Sanatı) adıyla yayınladığı fotoğraf, 2 Şubat 2017 tarihinde, Juno uzay aracı dev gezegenin 14 bin 500 kilometre yakınından geçerken çekildi. Görsele yansıyan şiddetli rüzgarların oluşturduğu ihtişamlı bulut oluşumları, Jüpiter’in güney yarımküresine ait. Bilim adamı Roman Tkachenko, Juno’dan gelen verileri işleyerek bu harikulade görüntüyü oluşturdu.

pia21383-icerik1
‘Jovian Art’ (JunoCam / NASA)

Fotoğrafın büyük ve orjinal haline buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz: NASA

Atmosferdeki gizemli fırtınalar, bulut oluşumları ve hava olayları Güneş Sistemindeki hiçbir şeye benzemiyor. Hacim olarak 1300 tane Dünya’yı içine alabilecek büyüklükteki bir gaz devi olan Jüpiter’in atmosferinde dikey ve yatay doğrultudaki yoğun hareketlilik yüzünden rüzgarların saatteki hızı 600 kilometreye ulaşabiliyor. 4 Temmuz 2016’da Jüpiter’e varan Juno uzay aracı, gezegene bir dahaki yakın geçişini 27 Mart’ta yapacak.

Aşağıda Jüpiter bulutlarına benzeyen bir ebru sanatı deseni yer alıyor;

dtqr-nxkbu6vqotngjcjfa


(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)

30 yıllık patlamanın olağanüstü fotoğrafı

1987’de meydana gelen süpernovadan arta kalan gaz çemberi halen parlamaya devam ediyor.

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA)’nın Hubble Uzay Teleskobu, 1987 yılında gerçekleşen süpernova (yıldız patlaması)’nın 30. yılına özel bir gözlemde kullanıldı. İnfilaktan geriye kalan görüntü göz kamaştırdı.

NASA’dan yapılan açıklamaya göre, gökbilimciler 23 Şubat 1987 günü son 400 yılın en parlak süpernovasını tespit etti. ‘Supernova 1987A’ (SN 1987A) adı verilen gök olayı, aylar boyunca 100 milyon tane Güneş’in gücü ile ışıldadı.

Dünya’dan yaklaşık 168 bin ışık yılı uzaklıkta, Büyük Magellan Bulutu içindeki Tarantula Nebulası yakınlarında gerçekleşen SN 1987A, geçtiğimiz yıllar boyunca birçok araştırmaya konu oldu. Elde edilen son verilere göre, patlamayla yıldızdan hızla açığa çıkan materyaller, yıldızın evriminin önceki aşaması ‘kırmızı dev’ döneminde üretilen daha yavaş bir rüzgarla çarpıştı. Süpernovanın şok dalgası, yıldızın ömrünün sonlarına doğru açığa çıkardığı gaz yoğunluğunun da ötesine geçti. Böylece süpernovanın bu muhteşem görüntüsü oluştu.

makaleici1
SN 1987A (Hubble Uzay Teleskobu)

Fotoğrafın büyük ve orjinal haline buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz: NASA

Merkezde görülen ve büyümeye devam eden parlak gaz çemberinin çapı 1 ışık yılı genişliğinde. (1 ışık yılı = Yaklaşık 10 trilyon kilometre). Halkanın ötesindeki süreç ise şu an bir gizem. Süpernovanın merkezinde arta kalanın nötron yıldızı ya da karadelik olması beklenirken ne oluştuğu henüz tam bilinmiyor.

Gaz çemberinin patlamadan önce yaklaşık 20 bin yıldır orada olduğu sanılıyor. 1987 yılındaki süpernovanın ortaya çıkardığı enerji, çemberin böyle güçlü bir şekilde parlamasını sağlıyor. Fotoğraftaki en ilginç detaylardan birisi de, gaz çemberinin altında ve üstünde görülen ‘enkaz’ halkaları. Bu halkalar birbirlerinden saatte 32 milyon kilometre hızla uzaklaşmaya devam ediyor.

Aşağıdaki video klipte SN 1987A’ya yapılan bir yakınlaştırma (zooming) görüntüsü yer alıyor:

Bu videoda ise süpernovada yıllar içinde gerçekleşen değişim gösteriliyor:

SÜPERNOVA NEDİR?

Araştırmalara göre, Güneş’ten daha fazla kütleye sahip yıldızlar, çekirdeklerindeki tüm atomları demire dönüştürdüklerinde kütle çekime karşı koyacak füzyon enerjilerini de tüketmiş oluyor. Kontrolü tekrar ele geçiren kütle çekim, yıldızın çekirdeğini 100 milisaniye gibi bir sürede kendi üstüne çökerterek ya bir karadelik ya da nötron yıldızı oluşmasını sağlıyor.

Merkezdeki atomların bozulmaları sonucu oluşan nötrinolar (nükleer fizikte kütlesiz olarak belirlenen madde) yayılarak nükleer tepkimelerin devam ettiği dış katmanları inanılmaz yüksek sıcaklıklara çıkartıyor. Uzaya doğru genleşen yıldız, olağanüstü bir güçle patlıyor. Büyük bir yıldızın patlaması bir galaksinin tüm ışığını bastırabiliyor.

Astronomlar her galakside ortalama 100 yılda bir süpernova gerçekleştiği görüşünde. Bizim galaksimiz Samanyolu’ndaki en son yıldız patlaması, 1604 yılında Alman bilim insanı Johannes Kepler tarafından gözlemlenmişti.


(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)

Dünya benzeri yeni gezegenler keşfedildi (Video)

NASA, Dünya’dan 40 ışık yılı ötede bilinen yaşama uygun olabilecek 7 gezegen bulunduğunu bildirdi.

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), yaklaşık 40 ışık yılı uzaklıktaki bir yıldızın etrafında dönen 7 gezegen keşfedildiğini, bu gezegenlerden 3’ünün ‘yaşanabilir bölge’ (habitable zone) içinde bulunduğunu duyurdu.

ABD’nin başkenti Washington’daki NASA merkezinde yapılan basın açıklamasına göre, Aquarius (Saka) Takımyıldızı içinde yer alan 378 trilyon kilometre uzaklıktaki ‘TRAPPIST-1’ adlı sistem, içinde yer aldığımız Güneş Sistemi ile benzerlikler gösteriyor. Şili’deki yer teleskopları ve Spitzer Uzay Teleskobu verilerini kullanan gökbilimciler, 7 gezegenin de kayalık bir yüzeyi olduğunu belirtiyor.

Açıklamada, TRAPPIST-1’in ‘7 harikasının’ hemen hemen Dünya boyutlarında olduğu, yıldıza olan uzaklıkları sebebiyle ‘yaşanabilir bölge’ içerisindeki 3 gezegende akıcı su bulunabileceği, en dış gezegenin ise bir ‘buz topu’ olabileceği kaydedildi.

Güneş’le kıyaslandığında TRAPPIST-1 yıldızı, ultra soğuk bir cüce yıldız niteliğinde. 7 gezegen de bu yıldıza Merkür’ün Güneş’e olan yakınlığından daha da yakın konumda. Ancak yıldızın soğuk ve zayıf yapısı, gezegenlerde su bulunması ihtimalini artırıyor. Hatta 7 gezegenin de doğru atmosfer koşulları ve su bulunması durumunda bildiğimiz anlamda yaşamı destekleyebileceği ifade ediliyor.

trap
TRAPPIST-1 yıldızı ve gezegenleri. Yeşil kısım ‘yaşanabilir’ bölgeyi ifade ediyor (NASA)

Bir diğer ilginç veri de, gezegenlerin birbirlerine hayli yakın konumda olmaları. Eğer bu dünyalardan birisinin yüzeyinde duruyor olsaydık, muhtemelen komşu gezegenlerin bulutlarını ve yer şekillerini de gökyüzünde çıplak gözle görebilirdik. Ay’ın Dünya’daki görünüşünden biraz daha büyük şekilde komşu gezegenleri izleyebilirdik.

7 gezegenin de hep aynı yüzlerinin yıldıza baktığı sanılıyor. Yani bu dünyaların bir yüzü hep gündüz, diğer yüzü hep gece. Bu sebeple şiddetli rüzgarların oluşabileceği, aşırı sıcaklık değişikliklerinin görülebileceği, Dünya’daki iklime göre oldukça şiddetli hava koşullarının yaşanabileceği vurgulanıyor.

Gezegenler, sırasıyla TRAPPIST-1b, c, d, e, f, g, h olarak adlandırıldı; e, f ve g gezegenlerinin ‘goldilocks bölgesi’ adı verilen ‘bilinen yaşama elverişli’ kısımdaki yörüngelerinde döndükleri belirtiliyor. NASA tarafından yayınlanan aşağıdaki videoda, TRAPPIST-1d gezegeni yüzeyinin nasıl bir yer olduğu 360 derece döndürülebilen görüntü ile anlatılmaya çalışılmış:

Belçika’daki Liege Üniversitesi’nden çalışmayı yürüten ekibin lideri Michael Gillon, “Böyle bir yıldızın etrafında ilk kez Dünya benzeri 7 farklı gezegen keşfediyoruz. Bu uzak dünyalar, bilinen yaşama uygun olma potansiyeli bulunan şimdiye kadarki en iyi araştırma hedefleri” açıklamasını yaptı.

NASA’daki bilim insanlarının bu gezegenler üzerindeki incelemeleri sürecek. 2018 yılında uzaya fırlatılacak olan James Webb Uzay Teleskobu, uzak dünyalardaki su, metan, oksijen, ozon ve diğer kimyasalları tespit edebilecek hassaslıkta geliştirildi. Önümüzdeki senelerde bu gezegenlerin atmosferlerine dair daha kesin bilgiler elde edebileceğiz. TRAPPIST-1 sistemiyle ilgili açıklanan bu bulgular bilim dergisi Nature’da yayınlandı.


(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)

Kristallerin içinde yaşam bulundu

Meksika’daki bir madende yer alan dev selenit kristallerin içinde 60 bin yıllık bakteriler keşfedildi.

Meksika’nın Chihuahua eyaletindeki Naica madeni, dev şeffaf alçıtaşı (selenit) kristalleriyle inanılmaz bir manzara sergiliyor. Ziyaretçileri bambaşka bir dünyaya götüren bu kristaller mağarasında önemli bir keşif yapıldı.

İngiliz The Telegraph gazetesinin haberine göre, NASA Astrobiyoloji Enstitüsü Direktörü Penelope Boston’ın araştırmaları kaysamında, selenit kristallerin içinde çoğu bakteri ve mikroplar olmak üzere 100 farklı yaşam formu tespit edildi. Yüzde 90’ı daha önce hiç görülmemiş olan bu canlı türlerinin 10 bin ila 60 bin yıldır kristallerin içine hapsoldukları ortaya çıktı.

js121021374_ap_penny-boston-large_trans_nvbqzqnjv4bqt4fog3nkhhgalgvhdcpob1gkldjiddxcmga_sruodow
NASA araştırmacısı Penelope Boston

Naica madeninde, bazıları 5 metre boya ulaşan dev kristallerin oluşturduğu ihtişamlı ‘katedraller’ bir volkanik magma sisteminin tam üzerinde yer alıyor. Sıcaklığın 60 dereceye ulaşmasından ötürü astrobiyologlar ortamı adeta cehenneme benzetiyor. Araştırma işte bu yüzden önemli. Direktör Boston ve ekibine göre, madenin olağanüstü şartlarında kristallerin içine hapsolarak hayatta kalmış yaşam formları, başka uzak gezegenlerin zorlu koşullarında benzer hayat biçimlerinin meydana gelebileceğini gösteriyor.

ABD’deki New Mexico Maden ve Teknoloji Enstitüsü’nden bilim insanlarının da katıldığı araştırma ile yeterli ışık ve oksijenden uzaktaki bu izole kristal dünyasındaki antik canlıların sülfür, demir, manganez ve bakır oksit ile beslendikleri belirlendi. Aşırı derecede farklı bu hayat ortamı araştırmacıları hayrete düşürdü.

kris1
Bakteri ve mikropların bulunduğu kristaller

Kristallerdeki canlıların organik gıda bulunmayan bir ortamda yaşadıklarını belirten direktör Boston, “Çok yüksek sıcaklıklarda yaşayıp da inorganik mineraller ve bileşiklerle beslendikleri için çok özel örnekler. Belki de burası, hayatımızın derin tarihi” yorumunu yaptı.

Önümüzdeki yıllarda Jüpiter’in buzla kaplı uydusu Europa’ya ve Güneş Sistemi içindeki diğer benzer uydulara insansız uzay aracı göndermeyi planlayan NASA araştırmacıları, Dünya’ya geri getirilecek örneklerde mikroskobik yaşam formları bulmayı ümit ediyor.


(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)

Jüpiter’in esrarengiz güney kutbu

Juno uzay aracı, gezegenin ender görülen güney kutbunun olağanüstü bir fotoğrafını çekti.

Cassini uzay aracı geçtiğimiz yıllarda Jüpiter’in kutuplarının ilk fotoğraflarını gönderdiğinde bilim insanları hayli şaşırmış, gezegeni neredeyse tanıyamamışlardı. Jüpiter keşif görevini sürdüren gelişmiş Juno uzay aracı da eşsiz güzellikte ve netlikte fotoğraflar göndermeye devam ediyor. Güney kutbunda Jüpiter’in o alıştığımız enine şeritli halinden eser yok. Kaotik bulut formları dikkat çekiyor.

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) tarafından yayınlanan son kompozit fotoğraf, 2 Şubat tarihinde, Juno aracı dev gezegenin 102 bin 100 kilometre altından geçtiği sırada çekildi. Bilim adamı Roman Tkachenko, Juno’dan gelen verileri işleyerek bu muhteşem görüntüyü oluşturdu.

jupiter2
JunoCam Imager / NASA

Fotoğrafa yansıyan gizemli fırtınalar, bulut oluşumları ve hava olayları Güneş Sistemindeki hiçbir şeye benzemiyor. Hacim olarak 1300 tane Dünya’yı içine alabilecek büyüklükteki bir gaz devi olan Jüpiter’in atmosferinde dikey ve yatay doğrultudaki yoğun hareketlilik yüzünden rüzgarların saatteki hızı 600 kilometreye ulaşabiliyor. 4 Temmuz 2016’da Jüpiter’e varan Juno uzay aracı, gezegene bir dahaki yakın geçişini 27 Mart’ta yapacak.

Fotoğrafın büyük ve orjinal haline yandaki linke tıklayarak ulaşabilirsiniz: NASA

Güneş benzeri yıldız böyle yok oldu

Hubble Teleskobu, yıldız ölümüyle oluşan Sukabağı Bulutsusu’nun büyüleyici bir fotoğrafını çekti.

Evreni izlemek için uzaya fırlatıldığı 1990’dan bu yana insanoğlunun pek çok keşif yapmasını sağlayan emektar Hubble Uzay Teleskobu, düşük kütleli Güneş benzeri bir yıldızın ölümüyle oluşan Calabash (Sukabağı) Bulutsusu’nu görüntüledi.

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) ile Avrupa Uzay Ajansı (ESA) yönetimindeki teleskop, ‘Çürük Yumurta’ adıyla da bilinen bu gezegenimsi bulutsunun eşsiz güzellikteki fotoğrafını çekti. Harika görünümüne rağmen içerdiği bol miktardaki sülfür kimyasal bileşiğinden ötürü bölgenin gerçekten çürük yumurta gibi kötü koktuğu sanılıyor. Neyse ki Dünya’dan 5 bin ışık yılı uzaklıkta, Pupa Takımyıldızı yönünde yer alıyor. (1 ışık yılı = Yaklaşık 10 trilyon kilometre).

calabashh

Bu evrede ölmekte olan yıldızlar, dönüşüm safhalarında iyonlaşan ve parlayan gaz kümelerini uzaya saçmaya başlıyor. Giderek genleşen yıldızın merkezindeki aşırı sıcaklık, gazları harekete geçiriyor ve binlerce yıl boyunca uzayın karanlığında parlamasını sağlıyor. Fotoğrafta sarı rengiyle dikkat çeken gaz kütlesi, ölen yıldızdan saatte yaklaşık 1 milyon kilometre hızla açığa çıkıyor.

Fotoğrafın büyük ve orjinal haline yandaki linkten ulaşabilirsiniz: NASA

Satürn’ün halkalarını hiç böyle görmediniz

Cassini uzay aracı, Satürn’ün halkalarının şimdiye kadarki en yakın fotoğraflarını çekti.

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA)’nın Cassini uzay aracı, Satürn’ün halkalarının en net fotoğraflarını çekti. Daha önce görülmemiş detayların ortaya çıktığı halkalarda milyonlarca küçük ‘uyducuk’ bulunduğu belirlendi.

NASA tarafından dün yayınlanan fotoğraflar, Satürn’ün atmosferine yaklaşık 134 bin 500 kilometre mesafedeki toz, buz ve kaya parçacıklarından oluşan halkaların eşsiz güzelliğine yakından tanık olma fırsatı tanıyor. Cassini’nin fotoğraflarındaki ayrıntılar 550 metre kadar küçük bir çözünürlük ölçeğinde.

Halkaların içinde diğer parçacıklara göre daha büyük boyutlarıyla dikkat çeken milyonlarca uyducuğun bulunduğu tespit edildi. Bu gökcisimlerinin boyutları bir ev büyüklüğünden 1 kilometre genişliğe kadar değişiyor. İşte NASA’nın yayınladığı o fotoğraflar:

ring1

ring2

ring3

ring4

ring5.jpg

Fotoğraflar: NASA

 

Evrenin ‘yaratılış sütunları’ (Video)

Kartal Nebulası’ndaki bu üç sütun, bir süpernova ile yok olmadan önce adeta yıldız fabrikasıydı.

 

NASA’nın Hubble Uzay Teleskobu ile ilk kez 1995 yılında gözlemlenen meşhur ‘Yaratılış Sütunları’ daha önce görülmemiş detaylarıyla yeniden fotoğraflandı.

Dünya’dan 6 bin 500 ışık yılı uzaklıktaki Kartal Nebulası’nda yer alan 3 dev sütunun eski fotoğrafı, Hubble’ın elde ettiği en büyüleyici görsellerden biri olarak kabul ediliyordu. (1 ışık yılı = yaklaşık 10 trilyon kilometre.)

Gökbilimciler, içerideki gazın kütleçekimsel olarak büzülüp yıldız oluşturacak kadar yoğun olmasından dolayı bölgenin adeta bir ‘yıldız fabrikası’ olduğunu keşfetmiş,  yeni doğan yıldızlardan ötürü de bu eşsiz güzellikteki yapılara ‘Yaratılış Sütunları’ adını vermişti.

Moleküler hidrojen gazı ile tozdan oluşan ve birkaç ışık yılı büyüklükte olan 3 sütun, Hubble Uzay Teleskobu’nun 25. yılı çalışmaları kapsamında daha net, keskin bir şekilde ve hiç görülmemiş detaylarıyla yeniden görüntülendi. Yeni fotoğraflar, ABD’nin Seattle kentindeki ‘Astronomical Society’ toplantısında yayınlandı.

‘Yaratılış Sütunları’ ile ilgili asıl ilginç olan ise uzun zaman önce yok oldukları gerçeği. Bilim insanları, söz konusu toz ve gaz bulutlarının 6 bin yıl önce bir süpernova (yıldız patlaması) ile dağıldığını belirtiyor. Ancak sütunlar Dünya’ya o kadar uzak ki, ışık hızına rağmen yok oluşlarını görmemiz için bin yıl daha geçmesi gerekecek.

Hubble’ın elde ettiği görselin orjinal haline aşağıdaki linke tıklayarak ulaşılabilirsiniz:

NASA/Hubble

Katrilyonlarca dolar değerinde göktaşı

NASA’nın 2030’da ulaşmayı planladığı metal zengini asteroidin 10 bin katrilyon dolar değeri var.

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA)’nın 2030 yılında ziyaret etmeyi planladığı metal zengini göktaşı 16 Psyche’nin en az 10 bin katrilyon dolar değerinde olduğu belirtiliyor. Bugün dünya ülkelerinin toplam geliri ise sadece 73 trilyon dolar civarında.

Mars ile Jüpiter arasındaki asteroid kuşağında yer alan 16 Psyche’nin uzun zaman önce yok olmuş bir gezegenin soğumuş çekirdeği olduğuna inanılıyor. Yaklaşık 210 kilometre çapındaki dev göktaşı, tamamen metalden meydana geldiği için Güneş Sistemimiz içinde eşsiz bir yere sahip. Ekonomik dengeleri alt üst edebilecek göktaşı, saf demir, nikel, altın, platinyum ve kobalttan oluştuğu düşünülen bir metal topu niteliğinde.

Başlıca 16 Psyche araştırmacılarından Arizona Devlet Üniversitesi astronomu Lindy Elkins-Tanton, Kanada basınına yaptığı açıklamada, “Sadece demirden oluşuyorsa bile en az 10 bin katrilyon dolar değeri var. Ancak bu kadar büyük bir parçayı buraya sürüklesek bile ne yapabiliriz? Üzerine oturup gizlemeye çalışarak küresel bir kaynağı tek başınıza kontrol edebilir ve pazarınızı koruyabilir misiniz? Bütün dünyanın ortak kullanımına sunabilir misiniz?” sorularını yöneltti.

psyche1

Günümüz teknolojileri, 16 Psyche’yi yakınımıza getirerek ya da üzerine araçlar yollayarak madencilik yapılması için henüz yetersiz. Ancak NASA’nın Psyche projesi, daha önce benzerini hiç görmediğimiz küçük metal bir dünyaya ilk kez ulaşılması anlamına gelecek. Bilim insanları, teorilerinin gerçek olup olmadığını araştırma fırsatı yakalayacak.

Elkins-Tanton, şunları söylüyor: “En azından tamamen metal bir yüzeydeki krater izinin neye benzediğini yakından görme şansımız olacak. Söz konusu göktaşının, yok olan küçük bir gezegenin metal çekirdeği olduğunu düşünüyoruz.”

NASA tarafından 2023 yılı Ekim ayında uzaya fırlatılacak robotik Psyche aracı, 2025’te Mars’ı geçip 2030’da göktaşı 16 Psyche’ye ulaşacak. Projenin maliyetinin 450 milyon dolar civarında olacağı belirtiliyor.


(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)

Venüs’ün atmosferinde dev ‘tsunami’

Venüs’ün bulut katmanlarında eşine az rastlanacak büyüklükte bir dalga hareketi gerçekleşti.

Japon uzay aracı Akatsuki, Venüs’ün fırtınalı atmosferinin üst katmanlarında Güneş Sistemi’nin en büyük dalga hareketlerinden birisini tespit etti.

Bilim dergisi Nature Geoscience’ta bugün yayınlanan araştırmaya göre, ismini Roma mitolojisinde aşkın ve güzelliğin koruyucu tanrıçasından alan Venüs’te çok büyük bir atmosfer olayı gözlendi. 2015 yılının Aralık ayında dört gün boyunca süren dalganın, gezegenin en tepesindeki bulut katmanında, kuzey yarım küreden güneye doğru yaklaşık 10 bin kilometre genişliğinde olduğu belirtildi.

suppl-3

Sülfirik asit ile dolu kalın bulutlarının yol açtığı sera gazı etkisi sebebiyle Güneş Sistemi’nin en sıcak gezegenlerinden birisi olan Venüs’ün ezici miktarda karbondioksitten oluşan atmosferi, Dünya’nın atmosferinden 93 kat büyük. Neredeyse hiç su buharı yok. Kayalık gezegendeki ortalama yüzey sıcaklığı 462 dereceye ulaşıyor.

Japon bilim insanları, saatte 300 kilometre hızla esen yüzey rüzgarlarının, ekvator bölgesi yakınında yer alan 4 bin 500 metre yükseklikteki Aphrodite Terra Dağı’na çarpması sonucu atmosferdeki büyük dalga hareketinin tetiklendiğine inanıyor. Belki de şimdiye kadar Güneş Sistemi’nde gözlemlenen en büyük dalgalanmaya şahit olduklarını kaydeden uzmanlar, nadir görülen bu hareketin Venüs’ün iklimini etkileyecek kadar büyük bir ölçeğe sahip olduğunu vurguluyor.

99233

Akatsuki uzay aracı, Venüs’ün yüzeyinden 65 kilometre yükseklikteki bulut tabakasında devasa bir tsunami gibi ilerleyen dalga hareketini kızılötesi ve ultraviyole kameralarıyla gözlemledi. Hareketin merkezinin Aphrodite Terra Dağı ve çevresi olduğu belirlendi.

Geçtiğimiz yıl NASA tarafından yayınlanan bir araştırmada, Venüs gezegeninin 2 milyar yıl önce akıcı su bulunan Dünya gibi bir yüzeye ve atmosfere sahip olabileceği belirtilmişti. Uzmanlar, Dünya’daki küresel ısınma verilerini incelediğinde, yeryüzünün milyarlarca yıl içinde Venüs gibi bir yer olabileceği uyarısında bulunuyor.


(Bilimpro.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden ve yazarın adı belirtilmeden alıntı yapılamaz, kanuna aykırı ve izinsiz kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz)